12.5 C
İstanbul
En YenilerBu Ayın AnalizleriThe Double - Öteki Film İncelemesi

The Double – Öteki Film İncelemesi

The Double – Öteki (2013) adlı film ünlü Rus romancı Dostoyevski’nin bir eserinden uyarlanmış bir yapım. Yazar filme de adını veren Öteki adlı romanını 1846’da yayınlamış.’nin eserlerinde kahramanların duygusal çözümlemelerine dönük yoğun anlatımlar yer alır. Aslında filmde hem içsel çözümlemeler hem de 1800’lerde yazılmasına rağmen sanki bu günleri görmüşçesine başarıyla aktarılmış sistem eleştirileri yer alıyor. Akıcılıktan uzak, ağır psikolojik göndermeler içeren ve yoğum miktarda gizem barındıran filmleri sevmiyorsanız The Double – Öteki sizin için uygun bir film değil.

Filmin Konusu

The Double – Öteki filminin kahramanı bir memur. Sadece işine odaklanan, işini iyi yapmaya çalışan birisi ama aynı zamanda çok ezik ve silik bir kişiliğe sahip. Bir gün çalıştığı iş yerinde fiziksel olarak kendisinin birebir aynısı hatta canlı bir kopyası işe başlıyor. İşin tuhaf yanı hiç kimsenin bu benzerliği fark etmemesi…

Filmin en beğendiğim yönü görsel anlatımın başarısı. Sahnelerin büyük çoğunluğunda ışık, kamera açıları ve genel olarak atmosfer inanılmaz başarılı. Eğer filmi henüz seyretmediyseniz seyrederken filme bu gözle de bakmayı da ihmal etmeyin derim.

Son olarak şunları söyleyip çözüme geçmek istiyorum. En başta söylediğim gibi The Double – Öteki (2013) ağır ilerleyen, çok yoğun ve beyni yoran bir film. Ortalama bir sinema seyircisi eğer ki filmin sonuna kadar onu seyretmeyi başarırsa tabi ki, film sona erdiği zaman ondan hiçbir şey anlamayabilir. Tüm bunları göze alıyorsanız ve gizem dolu-psikolojik anlatımları ağır basan filmleri seviyorsanız Öteki filmi size çok iyi gelecektir.

Yazının bundan sonrası tamamen spoiler içeriyor.

Kolay Değildir İnsanın Kendisiyle Savaşması

Filmi doğru anlayabilmek için en başta şunu bilmek gerekiyor. Filmde Simon’un ikizi veya kopyası gerçek birisi değil. Simon’un çocukluğundan beri taşıdığı bir hastalığı var; o bir şizofren. Simon’ın bu rahatsızlığının ikizi işe başladığı anda ortaya çıktığını düşünüyorsanız bu da bir yanılgı. O filmin başından itibaren şizofren davranışları sergiliyor. Diğer taraftan onun muhteşem bir hayal gücü bulunuyor. Filmi inceledikçe gerçek sandığımız bazı sahnelerin tamamen onun kurgusu olduğunu anlayacağız. Diğer taraftan Simon o kadar silik birisi ki dış dünya onun üzerine geldikçe geliyor; onu ezdikçe eziyor. Çalıştığı iş yerindeki kıza ilan-ı aşk edemeyecek kadar silik olması, ona bir türlü ulaşamaması, iş yerinde adının bile bilinmemesi gibi durumlar yıllarca üst üste birikmiş. Sonunda kendisinin bastırılmış duygularını ve istisnasız her yönden kendisinin tam zıttını temsil eden James ortaya çıkıyor.

James için onun bölünmüş kişiliği veya onun ikincil kişiliği diyebiliriz. James onun aslında olmadığı veya olamadığı bir kişiliğin beden bulmuş hali. Filmin kapanışında Simon bu yüzden “Eşsiz olduğumu düşünmek istedim” diyor. Kendisi ne kadar silik ve sıradansa James bunun tam tersiydi. James devleti temsil eden Albay’la bile görüşebiliyor; istediği her kadını sadece ismini bile söyleyerek etkisi altına alabiliyordu.

Bu söylediklerim sahne analizlerine hazırlıktı. Aslında bu verdiğim bilgiler bu filmi çözümlemek için yeterli. Ancak bazı akıl karıştıran sahneleri ve tabi ki finali de konuşmadan geçmek istemiyorum.

Sahnelerin bir kısmı tamamen hayal ürünü ve hiç yaşanmıyor. Diğer bir kısmı gerçekliğin ve hayalin birlikte yaşandığı sahneler ki bunlarda yönetmenin inanılmaz ince dokunuşları bulunuyor. Son olarak filmin belli bir kısmında da tabi ki tamamen gerçek sahneler yer alıyor. Filmdeki tüm sahneler şu söylediğim 3 sınıflamadan birisi ait…

İntihar sahnesi gerçek miydi?

Hayır, gerçek değildi. Filmin başlarında aşağıya atlayan bu adam onun zihninde James’ten önce oluşturduğu kurgusal bir karakterdi. Simon’un aslında Hannah’la iki kelime etmeye bile cesareti yok. Onu gizlice takip ediyor. Dikkat ederseniz Hannah kazadan hemen sonra gerçekleşen ve tamamen hayali olan konuşmasında aslında Simon’un yaptıklarını anlatıyor.

Ofisin içerisinde, metroda, dairede ve hatta kuytu yerlerde kendisini gizlice takip eden kişi aslında Simon’dı. Metroda onun Hannah’ya doğrudan bakamadığını görebilirsiniz. Simon aslında iç dünyasında Hannah’ın kendisine vereceği tepkiden korkuyor. Bu konuşmada sanki onu azarlar gibi konuştuğunu ve hitap ettiği kişinin Simon olduğunu görebilirsiniz. Ezik birisi olan Simon, Hannah’nın tepkilerini kendi zihninde bir başkasına yönlendiriyor. Bunun sebebi onun zaten sağlıklı birisi olmaması ve silik bir kişiliğe sahip olması. Böyle yaşamak onun yaşam tarzı haline gelmiş.

Peki, bu durumda bu adam neden intihar ediyor?

Bunun iki nedeni var. Birincisi Simon yalnızlığından ötürü intihar düşüncesini zihninin derinliklerinde bir olasılık olarak hep saklıyor. Adamın intihar sebebi yalnız olmasıydı. Bu hayali dedektifler işte bu yüzden ona doğrudan bu soruyu soruyor: “İntihar etmek istiyor musun?” O bunu önce inkar ediyor ama yaptığı şey aslında sadece bu düşünceyi bastırmak… Onu silip atamıyor. Bu yüzden dedektifler ayrılırken hayır cevabını kabul etmeyerek belki diye not alıyorlar. Simon bu konuşmada kendi mahallelerinde bile çok fazla intihar olduğunu hayal ediyor. Bir anlamda intiharı sıradanlaştırıp kendisini buna hazırlıyor. Dedektiflerin işaret ettiği yer filmin sonunda onun düştüğü yer zaten.

Bu adamın intiharının iki nedeni var demiştim. Birincisi onun yalnızlıktan ve herkesin ona adeta yokmuş gibi davranmasından ötürü intihar düşünesini zihninde taşımasıydı. İkincisi Simon’un artık Hannah konusunda farklı bir strateji denemek istemesi. O Hannah’yı gerçekten seviyor. Ona ulaşmak istiyor ama bunu onu gizlice takip eden birisi gibi davranarak yapamayacağını anlıyor. İşte bu konuşma bunun kendi zihninde bir itiraftı aslında. Bu yolun bir işe yaramayacağını anladıktan sonra artık kendisinin tam zıttı bir karakter meydana getiriyor ve yapamayacağı her şeyi ona yaptırmaya başlıyor.

Birinci adam da Hannah’nın üst katında yaşıyordu. İntihardan hemen önce üst kattan aşağıya bir şeyler dökülmesi (Burada işaret edilen üst kat kavramı… Yoksa zaten fiziksel olarak karşı tarafın üst katında yaşananlar da aynen bu sahne gibi tamamen kurgusal…), adamın aşağıya atlamadan tam olarak Hannah’nın dairesinin üzerinde durması bunu gösteriyor. Hepsinden öte zaten Hannah konuşmasında onun nerede oturduğunu söylüyor. Bu adam intihar ettikten sonra yani ortadan kalktıktan sonra üst kata James yerleşiyor.

Gerçek hayatta Simon, Hannah’ın karşısında tek bir kelime bile söylerken inanılmaz zorlanıyor. Dedektifler ayrıldıktan sonra yanına gelen Hannah’la rahatça konuştuğunu görebilirsiniz. Eğer Hannah gerçekten onun yanına gelseydi Simon onunla böyle rahatça konuşamazdı. Bu konuşmalarda gerçekten daha pek çok detay gizli ama bunlara değinmeden geçiyorum. Zaten tüm sahneleri tek tek anlatma olasılığım gerçekten yok. Bu çok yoğun bir film ve her bir sahnesinde harika detaylar gizli…

Televizyon Şovunun Anlamı

Televizyon şovu da bence filmdeki harika dokunuşlardan birisi. Simon’un çok sevdiği bu televizyon şovunda aslında aynı karakter farklı kişileri canlandırıyor. Şovda birbiriyle mücadele eden bu karakterleri aynı oyuncu canlandırıyor. Simon televizyona adeta büyülenmiş gibi bakıyor. Orada seyrettiği her şey onun zihinsel katmanlarına alt belleğine işliyor. Zamanı geldiğinde bu seyrettiği görüntüler onun zihninde bir kişilik bölünmesi olarak yaşanıyor.

Simon Çocukluğundan Beri Hastaydı

İncelemenin başında Simon’un çocukluğundan beri taşıdığı bir hastalığı var, demiştim. Bunu söyleme nedenim şu sahnede gizli. Annesinin yanındaki kadın Simon için şunları söylüyor: “Annen senin tuhaf bir çocuk olduğunu söylüyor”. Muhtemelen o çocukluğundan beri böyleydi ve annesi bunun farkındaydı. Ancak hastalığının adını koyamamıştı. Bu romanın 1846’da yazıldığını söylemiştim. Akıl bölünmesi anlamına gelen şizofreni tanımını ilk kez kullanan kişi İsviçreli bir ruh bilimci olan Bleuler’dır ve bu tarih 1911’dir. Yani bu romanın yazıldığı tarihte bu hastalığın adı tam olarak konulmamıştı.

Bu hastalığın Simon’a kalıtsal olarak gelip gelmediği sorusunu sordurabilecek bir sahne yer alıyor filmde… Annesi bir sahnede “En sevdiğim şarkı buydu” diyor (56:57). Simon annesine şunları söylüyor: “Burada müzik çalmıyor. Ayrıca sen müzikten nefret edersin.” Bu durumda onun ANNESİ DE Mİ BİR ŞİZOFRENDİ? Hayır, ben bu sahnede onun ilgi çekmek için böyle konuştuğunu düşünüyorum. Zaten sonrasında hemen oğluna yaslanarak ona hak veriyor. Zaten şizofreninin kalıtsal yani genetik bir hastalık olup olmadığı bugün bile hala belirsizdir.

Simon’un İş Yeri ve Dışsal Baskı Ortamı

Uzun uzun konuşulacak çok şey olsa da yapabildiğim en kısa haliyle biraz da iş yeri hakkında konuşmak istiyorum. Simon bir memur. Bu seyrettiğimiz yer özel bir iş yeri değil. Devlete ait bir yer. Dolayısıyla bu iş yeri devlet sistemini temsil eden bir mekan. Filmde orada yaşanılan emek sömürüsü dikkate veriliyor. Orada çalışanların neredeyse tamamı yaşlı. Yani devlet emekli olana kadar güçten düşene kadar insanları kullanır. İş yeri sanki yerin altındaymış gibi gösteriliyor. Orada ne bir gün ışığı var ne de bir pencere. Bu iş yeri için önemli olan tek şey verim. Sistem insanları sömürebildiği kadar sömürüyor ve yaşlandıkları zaman da adeta bir çöp gibi onları bir kenara atıveriyor.

İş yerinin yönetiminde söz sahibi kişiler bir sahnede sanki bir aile tablosu içerisinde gösteriliyor. Bu sahneyi devletin oluşturan zihinsel kodlara yöneltilmiş bir eleştiri gibi görmek gerekiyor. Aslında sağlıklı bir sistem oluşması için devletin tüm birimlerinde liyakat esas alınmalı. Herhangi bir görevi donanımsal olarak kim hak ediyorsa o göreve o getirilmeli. Ancak görüldüğü üzere 1800’lerde yazılan bu romandaki sistem eleştirileri günümüzde de hala geçerli. Fazla söze gerek var mı? Özellikle 3. dünya ülkelerinin hali ortada. Bırakın donanımlı kişileri görevlere getirmeyi “Aman bana ilerde rakip olabilir, ön plana çıkabilir, benim liderliğimi sorgulatabilir…” düşüncesiyle o tarz kişilerin önü bile kesiliyor. Yerlerine de hem yalaka hem de özellikle silik kişiler getiriliyor ki lider ölene kadar lider kalabilsin. Filmdeki bu aile tablosu üzerine daha çok şey söylenebilir ama lafın tamamı aptala anlatılırmış.

James’in onur salonunda görüştüğü Albay en yetkili kişi devletin tüzel kişiliğini temsil ediyor. Bu yüzden de her yerde onun resimleri asılı. Bu hem kurucu aklın bir fetişi hem de devlet gücünü elinde tutan sözüm ona elitlerin kendi merkezi yapılarını koruma adına ardına saklandıkları bir maskedir. Her neyse…

Simon’un annesini ziyaret ederken televizyonda seyrettiğimiz görüntülere bakarsanız orada aslında devlet sisteminin anlatıldığını görebilirsiniz.

Güvenlik görevlisinin iş yerine girerken Simon’u adeta ezmesi, az önce geçici kimlik verdiği kişiye birkaç saniye sonra tekrar kimlik sorması yoksa geçemezsin demesi, gücün yozlaştırdığı zihniyetlere bir gönderme. O an elinde olan yetkiyi karşı tarafı ezmek için kullanıyor.

Gerçek Ve Hayalin İç İçe Geçtiği Sahneler

Daha önce söylediğim gibi filmin tüm sahnelerini tek tek konuşmak imkansız ama sahnelere en başta verdiğim ölçüyü kullanarak bakarsanız hangi sahnenin ne anlama geldiğini çözebilirsiniz. Örneğin burada bu ikili gerçekten de asansörün içerisinde. Simon onunla tek kelime bile konuşamıyor; buna cesareti yok. Hannah da onu zaten umursamıyor. Hannah asansörden ayrıldığı zaman Simon tüm cesaretini topluyor ve bir cümle söylemeyi başarıyor. Ama dikkat ederseniz Hannah onu ciddiye bile almıyor. Bu sahne onun Hannah’nın gözündeki gerçek değeri. O bir hiç. Hannah onun adını bile bilmiyor aslında… Gerçek sahnelerde ona ismiyle hitap etmiyor çünkü bilmiyor. “Yazıcısı bozuk bir adam var karşımda…”

Şu sahnede konuşmalar arasındaki uyumsuzluğu fark edebildiniz mi? Bu aslında filmdeki pek çok sahnede yaşanıyor. Dikkat ederseniz bunları yakalayabilirsiniz. Burada Hannah sanki onun sözlerini hiç duymuyormuş gibi bambaşka bir konudan söz ediyor. Ama Simon ısrarla konuşmaya devam ediyor. Burada o aslında Hannah’ya tek bir kelime bile söylemiyor. Tüm sözleri onun içsel bir konuşması. Onun burada belki gerçekten söylediği tek cümle işime döneyim cümlesiydi…

Örneğin şurada Simon her zaman olduğu gibi ona fotokopi getiriyor. Hannah onun James’le alakalı söylediği sözleri hiç söylememiş gibi onun yüzüne bakıyor çünkü aslında hiç söylemiyor bunları. Söyleyemez zaten çünkü James diye birisi yok. Hannah kağıdı alıyor ve makineye geçiyor. Ama makine bir an sıkışıyor. Orada makineye vurduğu anda çıkan ses Simon’ı gerçekliğe döndürüyor çünkü muhtemelen bu ses asansöre attığı tekmeyi hatırlatmıştı ona. Bir anda odanın seslerini duymaya başlıyoruz. Simon’un zihninden çıkarıyor bizi yönetmen birkaç saniye için. Ancak birkaç saniye sonra yine Simon’un hayali dünyasına geçiş yapıyoruz. Odadaki makine sesleri bir anda yine kesiliyor ve Simon ona yine James’i sormaya başlıyor. Yani yaşanmayan bir konuşmayı dinliyoruz yine…

The Double – Öteki film incelemesinin tamamını 25. Kare Youtube kanalından seyredebilirsiniz.

Son Eklenenler

En Popüler

Kiralık Katil Filmi Knox Goes Away ve Konusu

0
Knox Goes Away, Batman (1989) rolüyle unutulmazlar arasına giren Michael Keaton'ın hem yazıp hem yönettiği bir gerilim, macera filmi. Oldukça yetenekli ve profesyonel bir...

Şeytan’la Bir Gece Geçirmek İster misiniz?

0
1970'lerde geçen Late Night with the Devil- Şeytanla Bir Gece, gece geç saatlere kadar yayınlanan bir talk şovda yaşanan korkunç olayları anlatıyor. Talk şovun...

Açlık Oyunları Kuşların ve Yılanların Şarkısı- Orijin Hikayesi

0
The Hunger Games: The Ballad of Songbirds & Snakes- Açlık Oyunları Kuşların ve Yılanların Şarkısı, serinin (sonradan yazılan) aynı isimli ön kitabına dayanıyor ve...

Merakla Beklenen Film Paranoya’nın Çekimleri Başladı

0
Yılın merakla beklenen, iddialı filmi Paranoya sete çıktı. Onur Buldu’nun canlandırdığı Muntazam adlı bir gazetecinin paranoyası nedeniyle başına açtığı komik ve tuhaf işleri konu...
spot_imgspot_img
0BeğenenlerBeğen
1,315TakipçilerTakip Et
0AboneAbone Ol

İlgili Makaleler

YORUM YAPABİLİRSİNİZ

spot_imgspot_img