İskoçya’da geçen Under the Skin– Derinin Altında (2013); erkekleri baştan çıkaran ve yolla insan ırkını ve kendini keşfetmeye çalışan bir uzaylının hikayesi. Derinin Altında, Michel Faber’in 2000 yılında yazdığı bir bilim kurgu romanından uyarlanmış bir film. Dünya dışı ziyaretçi, İskoçya sokaklarında dolaşıyor ve genç erkekleri baştan çıkarıyor. Daha sonra da onlara kendi ırkına özgü bazı dokunuşlarda bulunuyor.
Scarlett Johansson’ın başrolünde oynadığı filmin korku, drama ve gizem etiketleri bulunuyor. Filmdeki uzaylının nereden geldiği, Dünya dışındaki gezegenlere de gidip gitmediği, tam olarak amacının ne olduğu gibi pek çok soru cevapsız. Yönetmenin yoğunlaştığı ve anlatmak istediği konu iki ırkın karşılaşması ve sonuçları.
Bu gizemli uzaylının deneyimleri ve etkileşimleri aracılığıyla insan psikolojisini yavaş yavaş anlamaya başlıyor ve pek çok duyguyu deneyimliyor.
Spoiler içeren birkaç detay yazayım; ama film o kadar sıkıcı ve o kadar yavaş ki Scarlett Johansson bile birkaç kez uykuya dalmamı engelleyemedi. Sadece sonunu merak ettiğim için izlemeye devam ettim. Filmde ne bir hareket, ne bir aksiyon, ne bir müzik (gerilimi artırıcı birkaç doz dışında) var. Pek çok sahne zaten karanlıkta geçiyor. Buna bir de karakterin neredeyse hiç konuşmaması gibi bir detay eklenince ortaya çok sıkıcı bir film çıkmış. İzlemek isterseniz bunu göz önüne alabilirsiniz.
Spoiler içeren bölüme geçiyorum.
Film elbette yoruma açık pek çok sahne barındırıyor. Benim anladığım kadarıyla yönetmen göçmen (turist) bir kadına bölgenin bakışını yani bir nevi yabancı düşmanlığını; ayrıca zehirli ve rahatsız edici erkekliğin kodlarını ön plana çıkarmış. Uzaylı insanların karanlık taraflarını da deneyimliyor.
Uzaylı kadın kimliğinin farkında. Zaten bu yüzden hep erkeklere yöneliyor. Onları ne olduğu pek anlaşılman siyah sıvının içine hapsediyor. Ama ne olursa olsun hangi amaçla yapıyorsa yapsın sonuçta uzaylı yalnız erkeklere saldırıyor ve şiddet uyguluyor.
En sondaki oduncu uzaylının av için kullandığı yöntemleri uzaylıya karşı çeviriyor. Bu kez “Yalnız mısın?” sorusu ona soruluyor. Takip edilen kendisi oluyor. İşte burada uzaylı tecavüz edilme duygusunu da öğreniyor ya da deneyimliyor. Bu korkunç bir duygu ve insanları iyice anlamaya başlayan uzaylımız bu rahatsız edici saldırıdan ürperiyor. Bir nevi şok yaşıyor. Kendisi erkeklere bir şeyler öğrenmeye çalıştığı için saldırırken bu insan ona haz için saldırıyor. Üstelik karşı tarafın zarar görmesini umursamayan bir bencillikle…
İki ırkın tanışması çok daha farklı da ele alınabilirdi. Söylediğim gibi yönetmen filminin temasını yabancı düşmanlığı, kültür çatışması vs. gibi genel olarak karanlık taraflar olarak seçmiş. Bu nedenle film bir dramla sona eriyor.
Tabii uzaylının gerçekten ölüp ölmediği, bundan sonra ne olacağı, motorlu elemanın gerçek kimliği (IMDb‘de bu eleman için kötü adam yazıyor), kaç tane uzaylının dünyada olduğu gibi noktalar tamamen karanlıkta bırakılmış.
Ne diyeyim… Filmi yer yer çok güzel görüntü yönetmenliği (otobüs sahnesindeki renk seçimi örneğin) ve Scarlett Johansson varlığı bile (bence) kurtarmaya yetmiyor. Sıkıcı ve oldukça zorlama bir film olmuş. Filmi sona erdi ama derinin altında hâlâ tam olarak ne var anlayamadık.