Geçirdiği bir trafik kazası sonrasında kendisini bir cenaze görevlisinin masasında (morgda) bulan bir kadın… Görevli onun çoktan öldüğünü ve morga cesedini getirdiklerini söyler. Kendisini canlı hisseden kadının aklı bir süre sonra iyice karışmaya başlar.
After Life– Diriliş (2009) için inceleme isteği gelmişti. Çok fazla detaya girmeden doğrudan sonucu anlatmak ve akıl karıştıran o sorunun yanıtını vermek istiyorum.
Orijinal Adı: After.Life
Tür: Drama, gizem, gerilim
Yönetmen: Agnieszka Wojtowicz-Vosloo
Ülke: Amerika
Gösterim Tarihi: 27 Ağustos 2010 (Türkiye)
Oyuncular: Christina Ricci, Liam Neeson, Justin Long, Chandler Canterbury, Josh Charles
Süre: 01s 44dk
IMDB: 5,9
25 Kare puanı: 6,0
Yazının bundan sonrası spoiler içeriyor.
Anna yaşıyor mu yoksa ölü mü?
Aslında yönetmenin akılları karıştırmak için yaptığı tüm dokunuşlara rağmen bu sorunun yanıtı oldukça net. Senaryoda olasılıklardan bir tanesinin tüm yanıtlarına ulaşabiliyoruz. Diğer olasılığı kabullendiğimiz anda filmde sayısız cevapsız soru meydana geliyor.
Anna yaşıyor. Sorunun yanıtı bu. Şimdi neden böyle düşündüğümü anlatayım.
Eliot denen bu adam, kaza geçiren ve klinik olarak ölü ilan edilen şahısları birkaç gün morgda tutuyor ve onları daha sonra diri diri gömüyor. Olayın resmî boyutunu nasıl hallettiği net değil ve bence senaryonun en zayıf noktası bu… Paul, doktorun Anna’nın raporuna bedene (cesede) dokunmadan sadece acil servisteki görevlilerin yönlendirmesiyle imza attığını söylemişti. Polis merkezindeki polis de kalbi bir süre durdurabilecek ilaçlar olduğundan bahsediyor.
Eliot’un kazazedelerin bedenine nasıl ulaştığına yönelik birkaç tane olasılıktan bahsedebiliriz:
1) Eliot, kazalara ilk müdahale eden ekipteki birisini kullanarak yaralıların kalbini bile durduran ilacı kullanıyor. Böylece doktorlar yaralının kaza anında ya da sonrasında öldüğünü düşünerek ölüm belgesini imzalıyorlar.
2) Eliot telefonda bir doktorla konuşuyordu ve cesedi gelip alacağını söylemişti (Bir başka cesetten bahsediyorlardı, Anna’nın cesedinden değil). Bu sahne onun doktorlarla arasının iyi olduğunu göstermek için eklenmiş. Yani iyi anlaştığı bir doktor onun için bu işi kolayca halledebilir.
Bunlar birer olasılık; ancak neden başkaları onun için böyle bir risk alsın ki sorunun yanıtını alamıyoruz. Üçüncü olasılık bence en güçlüsü:
3) Finalde onu yol kenarında kendi aracının içinde ambülânsın geçmesini beklerken görüyoruz. Yani o aslında çoktan kaza yerine varmış ve saniyeler içinde Paul’e ilacı vermişti. Sonra da muhtemelen kazayı ihbar etmiş ve ambülansın gelmesini beklemeye başlamıştı.
Yani Eliot, muhtemelen trafik kazalarına sağlık görevlilerinden önce ulaşıyor ve ekranda gördüğümüz o ilacı (Hydronium Bromide) yaralılara enjekte ediyordu. Büyük olasılıkla çevredeki tek cenaze evi ya da en prestijlisi kendisininkiydi ve cesetler genelde ona geliyordu. Gelmese ne olurdu? En kötü ihtimalle yaralı uyanır ve mucize bir şekilde kurtulduğu söylenirdi. Eliot yaralıya ilacı verdikten sonra onun için riskli bir durum yok. Sadece beklemesi gerekiyor.
Şimdi anladınız mı eve beklenmedik birisi geldiğinde neden telaş ettiğini? Buna ilk kez Anna’nın annesi geldiğinde şahit olduk. Zil sesini duyar duymaz hemen ilacı kullandı ve Anna’yı uyuşturdu. Daha sonra kardeşi ölmüş polis beklenmedik bir zamanda eve geldiğinde de telaş etti. Adamı içeri almak zorundaydı. Ancak bu sırada hemen saatine baktı. Anna’nın ilacın etkisi altında olduğundan emin olması gerekiyordu (Peki polisin kardeşi de mi ilacın etkisindeydi? Zannetmiyorum; çünkü günlerce aşağıda kalan Anna bu durumda onun canlı olduğunu bir kez bile olsa görürdü).
Bir başka sahnede Eliot, Paul’a morgun kapısını açamazdı zira Anna o sırada baygın değildi. Anna gerçekten ölmüş olsaydı, orada Paul’e kapıyı açardı, korkmazdı. Ama açamıyor; çünkü Anna’nın baygın olmadığını biliyor. Bu sahnede Anna içeriden neden ona seslenmedi diye düşünebiliriz. Bunun nedeni onun sonuçta baygın olmasa da ağır bir uyuşturucunun etkisi altında olmasıydı. Büyük ihtimalle rüya gördüğünü zannetti ve uyumaya devam etti.
Eliot zaten finalde de saatine bakıyor ve “Düşün Anna, düşün… Hala yapabiliyorken…” diyor. Yani onun tabutun içerisinde hâlâ hayatta olduğunu biliyor.
Anna’nın morgdaki eşyalara fiziksel olarak zarar verebilmesi, morgun altını üstüne getirebilmesi, ayrıca yaşlı kadının üzerindeki örtüyü kaldırdıktan sonra Eliot’un bunu görebilmesi, Eliot’un onun makas hamlesinden ciddi ciddi korkması ve kendisini geriye çekmesi… Tüm bunlar Anna’nın yaşadığını gösteren deliller…
Peki, bu Eliot neden böyle bir şey yapıyor?
Ben onun felsefesini üzerinde pek fazlaca durmaya değer bulmuyorum. O yüzden kısaca bahsedeyim: Eliot; hayata saygı duymayan, hayat bir armağansa (ki öyle düşünüyor kendisi) onun değerini bilmeyen insanların peşine düşüyor. Mezarda yaptığı konuşmayı ve Anna’ya dışarı çıkmak için güya bir şans verdikten sonra söylediklerini dinlerseniz bunu iyice anlayabilirsiniz.
Eliot, kurbanlarına hayatı seçmeleri için bir meydan okuyor. Anna’ya ikinci bir şansın olsa ne yapardın dedikten sonra onu dışarı gitmesi için serbest bırakıyor. Ancak Anna ilaçların etkisinde ve tabii korkunç bir psikolojik baskı altında… Dışarıda kendisi için bir şey kalmadığı endişesi taşıyor ve daha önce gördüğü gibi yine bir rüya görüyor. Zaten yerinden zorla kalkmıştı ve tam olarak aklı başında değildi.
Eliot’un anahtarların cebinde olmadığını fark ettiğinde delicesine eve koşması, daha sonra kapıdan acaba birisi gördü mü diye dikkatle dışarıyı süzmesi… Tüm bunların nedeni Anna’nın yaşıyor olması. Anna’yı sadece kendisi görüyor olsaydı adam neden bu kadar telaş etsin? Ayrıca Anna’nın nefesi aynaya yansıdığı anda da Eliot ciddi ciddi telaşlanıyor; çünkü Anna orada her şeyi anlayabilirdi. Bu sahnenin aynısı finalde tabutun içinde gerçekleşiyor ve Anna o an her şeyi anlıyor. Tabii çok geç kalıyor.
Bu arada Eliot’un psikolojik durumunun iyi olmadığını, kendi zihnindeki seslerle konuştuğunu açıkça birkaç sahnede görüyoruz. Örneğin polis evden gittikten sonra ağzını açmadan konuştuğu bir sahne var. Sonra zaten cesedin yüzüne ruj falan sürmeye başlıyor. Ayrıca fotoğrafları asarken de defalarca sanki karşında ona yanıt veren birisi varmış gibi konuştuğunu duyduk. Bir de Anna, morgdaki eşyalara fiziksel olarak zarar verince sinirlenip kendisini kaybediyor. Tüm bunlar onun psikolojik olarak hasta olduğunu gösteriyor.
Peki ya Paul ve çocuk?
Çocuk aslında doğuştan bir psikopat. Yaşamla ölümün çizgisini ayırmakta zorlanıyor. Evdeki annesi onu okuldan alamayacak kadar hasta ama çocuk bunu anlayamıyor. Hayatta olan bir civcivin öldüğünü söylüyor ki alakası bile yok. Cenazeleri ve ölüleri merak etmesi, sürekli cenaze evine gitmesi onun yani çocuğun çok da sağlıklı bir psikolojisi olmadığını gösteriyor.
Ayrıca çocuk daha sonra aynen Eliot’un cesetleri(!) canlı canlı gömmesi gibi gibi ki bence bu görevi ona veren kişi oydu bir civcivi canlı canlı gömüyor. Yani çocuk ve Eliot aynı frekansları paylaşan iki tane psikopat. Bu yüzden iyi anlaşıyorlar.
Finale gelirsek, çakal Eliot çok fazla içen ve sarhoş olan Paul’ü tahrik ediyor. Anna hayatta, onu kurtarabilirsin, fazla zamanın kalmadı, diyor. Onun araçla giderken kaza yapacak kadar sarhoş olduğunun farkında. Zaten aklı başında değil.
Muhtemelen Paul’den hemen sonra evden çıkmış ve o kaza yaptıktan sonra olay yerine ulaşarak ona ilacı enjekte etmişti. Çocuğun bitti mi diye sormasının nedeni buydu. Bu kadar mı diye soruyor aslında. Evet, diyor Eliot, bu kadar… Yani ilacı verdiler ve aslında yaşayan ve henüz ölmeyen Eliot’un kendilerine gelmesini bekleyecekler…
Peki, neden Paul? Çünkü Paul tehlikeli birisi haline geldi. Risk barındırıyor. Çocuk dikkat ederseniz bir anda ağız değiştirdi. “Anna’yı gördüm dedim yaşadığını söylemedim” gibi ağız oyunları yapmaya başladı. Üstelik Paul eşinin kırmızı elbisesini hatırlamıştı. Çocuk da kırmızı elbiseden bahsetmişti. Dolayısıyla Anna ölse de Paul bir riskti artık onlar için… Tabii Paul’ün Anna’yı rüyasında gördüğünü de unutmayalım. Hâlâ atan kalbini gösteriyor ve ona yaşadığını söylüyordu.
İşte bu yüzden Eliot finalde Paul’ü finalde hayatta bırakmadan ve diğerleri gibi uğraşmadan öldürüyor. Zaten Paul’ün ciddi ciddi acı çektiği görülüyor. Bu Paul’ü gördüğümüz son sahneydi. Onun Anna’yla sarıldığı sahne tabii ki bir rüyaydı. Anna da ilacın etkisindeyken böyle birkaç rüya görmüştü.
Son olarak o aptal polisin Anna’nın başının hareket ettiğini görmesine rağmen neden bir şey yapmadığını düşünelim. Çünkü o salak delirdiğinin düşünülmesini istemedi. Morgdaki bir ceset başını oynattı mı diyecekti? Kimse ona inanmazdı (kendisi bile) ve onun delirdiğini düşünürlerdi. Polis merkezinde bu yüzden Anna’nın cesedini gördüm, ceset gördüğümde onu tanırım dediğini duyuyoruz. Burada aslında o kendi kendine deli olmadığını, kardeşinin ölümünden etkilenerek bir hayal gördüğünü telkin ediyor.
Son olarak filmin adı After Life değil arada bir nokta var. IMDb’ye ve filmin orijinal posterlerine bakarsanız arada bir nokta olduğunu görebilirsiniz. Yani filmin adı Yaşamdan Sonra değil, Sonra. Yaşam. Bu yönetmenin akılları karıştırmak için başvurduğu bir yöntem ve işe yaramış görünüyor (Not: inceleme başlığında araya nokta eklemedim; çünkü çoğu kişi buna dikkat etmeden aratma yapacaktır).
Evet, After.Life filminin genel hatlarıyla çözümü bu şekilde…
Yönetmene bildiğim bütün küfürleri ettim. Lanet olasıca film. Tam bir zaman kaybıydı. Filmin gidişatına göre pislik Eliot’un foyası ortaya çıkıp kodesi boylamalıydı.