Netflix’te yayınlanan Âşıklar Bayramı, Kıvanç Tatlıtug’un bir kez daha oyunculuk döktürdüğü bir dram filmi. Kırşehir’de çalışan ve tek başına yaşayan Yusuf’un bir gece vakti kapısı çalınır. Kapıyı çalan kişi elinde üç telli bağlamasıyla, tam 25 yıldır görüşmediği babası Heves Ali’dir. Heves Ali’nin orada fazlaca kalmaya niyeti yoktur. Amacı Kars’ta düzenlenecek ozan festivaline yani Âşıklar Bayramı’na katılmaktır. Bunca zaman sonra neden oğluna geldiğini de filmi seyredince anlıyorsunuz. Sonuç olarak baba ve oğul birlikte uzun bir yolculuğa çıkar.
Âşıklar Bayramı sonuk ve donuk bir dram filmi. İnanılmaz uzun ve bana göre olmasa da olur denebilecek türde sahnelerle dolu bir yapım. Kıvanç Tatlıtuğ’u oradan alın yerine pek de meşhur olmayan birisini koyun… Bu durumda filmin sonunu kaç kişi getirebilir merak ediyorum (Kıvanç Tatlıtuğ ve Settar Tanriögen’in oyunculuklarına laf yok, ikisi de çok iyiydi).
Senaryo sanki durağanlığa demir atmış ve o limandan ayrılmak istemiyor. Kardeşim dram da olsa bir ruh, biraz can ve heyecan katın şu senaryolara… Ne kaybedersiniz? Dram demek buz gibi soğuk ve karamsar olmak anlamına gelmiyor.
Çözümsüz bırakılan (ya da filmin jargonuyla yarım bırakılan) sorulara mı yanayım, baba ve oğul ilişkisinin derinlerine inilemeyişine mi yoksa filmin en sonda yarım bırakılmış ve tamamlanamamış bir tat bırakıp bitmesine mi?
“3 güzele yanan (Şems, Kamer ve Elif)” ama hiçbirisine kavuşamayan âşığın yaşadıkları beni kendisine çekemedi. Adam iyi miydi yoksa söylendiği gibi hiç kötü birisi olmadı mı? Oğlunu 25 yıl arayıp sormayan bir baba, ağzıyla kuş tutsa da sazıyla aşk yaşasa da, içini sözlerine dökse de hep yarımdır.
Finaldeki birkaç cümle yüreğimize, bam telimize şöyle bir dokunsa da ağır bir dram filmi için son derece yetersiz bir dokunuştu.
Baştaki cümleyi az değiştirerek bitiriyorum.
Filmden Kıvanç’ı alın… Bu durumda Âşıklar Bayramı‘na kaç kişi gider be âşıklar söyleyin bir bakayım.