Saint Maud (2019), psikolojik gerilim sevenlerin hoşlanabileceği türde bir yapım. Açıkçası bir süre için inceleme videosu yapıp yapmama noktasında kararsız kaldım, çünkü filmin gerçekten ince detayları ve güzel dokunuşları var. Finali de izleyenleri ikiye bölebilecek kadar iyi. Ancak sadece bu yazıyla yetinme kararı aldım; çünkü Saint Maud herkese önerebileceğim türde bir yapım değil. Filmdeki kız olan Maud’un psikolojisi iyi değil ve yönetmen Rose Glass (Aynı zamanda senaryo yazarı… Bu onun ilk uzun metrajlı filmiymiş) büyük bir başarıyla onun zihinsel durumunu filme de yansıtabilmiş. Yani mental olarak rahatsız edici bir film.
Filmin Konusu
Filmde yalnız yaşayan, münzevi diyebileceğimiz hemşire Maud’un yaşadıklarını seyrediyoruz. Maud, kansere yakalanmış bir kadının yanında bakıcı olarak işe başlıyor. Bu kadın eskiden popüler bir dansçıymış. Maud inançlı birisi; ancak bakımını yaptığı kadın Amanda inanç noktasında Maud’la ayrışan birisi.
Genel İzlenimlerim
Gizem severler ayrıca sürpriz ve düşündürücü finale sahip yapımlardan hoşlananlar filmi beğenecektir. Filmin akıcılık sorunu olmasaydı ve kurgusu daha başarılı yapılsaydı film 7 ve üzeri bir puana rahatlıkla ulaşabilirdi. Filmin senaryosu ve yönetmenin tarzı çok iyi. Özellikle ışığın kullanımı konusunda çok başarılı bir film.
Bence beklentilerinizi çok yükseltmeden ve yer yer sıkılacağınızı bilerek izleyebilirsiniz.
Şimdi finali yorumlamak istiyorum.
Yazının bundan sonrası spoiler içeriyor.
Nedir Tüm Bunların Anlamı?
Film bizi şu tarz bir ikileme düşürüyor: Maud film boyunca gerçekten Tanrı ile mi konuşuyordu yoksa o psikolojik sorunları altında ezilen birisi miydi?
Yönetmen bize gerçekten çok beğendiğim ince dokunuşlarla bu sorunun cevabını aslında veriyor. Cevaba ulaşabilmek için sadece sahnelere serpiştirilen ipuçlarını doğru okumamız gerekiyor.
En büyük ipucumuz filmin son saniyeleri. Orada bir tarafta insanların karşısında diz çöktüğü, parıldayan bir melek figürü var. Son birkaç saniyeye kadar yönetmen bizi Maud’un bakışından çıkarmıyor. Yaşananları onun gördüğü gibi görüyoruz. Ancak son birkaç saniyede onun acılar içerisinde yandığı gösteriliyor. İşte gerçek olan bu. Bu son saniye “diğer taraftan” bir görüntü değil. O an üzerine yanıcı bir madde döken Maud acılar içerisinde can veriyor. Ancak son ana kadar yaşadıklarından sonra artık zaten pamuk ipliği ile bağlı olduğu gerçeklikle olan bağını kaybediyor. Peki, o bu hale nasıl geldi? En başa gidelim.
Maud, yaşlı bir hastanın ölümüne neden oluyor. Muhtemelen ona bir tür kalp masajı yaparken gücünü ayarlayamıyor ve kadının göğüs kafesinin zayıflığından kaynaklanan bir sorun sonrasında kadın ölüyor. Maud filmin başında elleri kanlı şekilde bir köşede otururken yukarıda bir hamamböceği görüyor. İşte bu onun yaşam felsefesinin oluştuğu an. Ondan sık sık şunu duyuyoruz: “Acını ziyan etme!” Bu ne demek?
Maud, çektiği acıların hatta yalnızlığının boşuna olmadığına inandırıyor kendisini. Bu böcek onun için bir işaretti. Kimden? Tanrı’dan tabii ki. Maud bu andan sonra birden inançlı birisine dönüşüyor. O ana kadar inançsızdı ya da inanca uzaktı. Bardan sonra seviştiği adamın ne söylediğine dikkat. “Seni tanıyorum. Sen arkadaşımla birlikte olmuştun.” Yani Maud sonradan değişiyor (Maud, Carol’la konuşurken birden bire, kullanmakta olduğu jargonu işte bu yüzden bu kadar kolayca değiştirebilmişti).
Ancak yaşamının her anında her noktasında Tanrı’nın elinin olduğunu düşünmesi daha doğrusu her zaman ona bir görev verildiğini düşünmesi onu yavaş yavaş yoldan çıkarıyor. Amaç arıyor kendisine. Hasta bir kadına bakmak onun için yeterli değil. Daha büyük daha yüce bir görevi olmalı. Bunu kendisi söylüyor.
Maud, “inançsız” Amanda’yı yavaş yavaş yola getirdiğini, Tanrı’nın o eve onu bu yüzden gönderdiğini düşünüyor. Son anlarını yaşayan bir kadını “ışığa kavuşturmak.” Bu en başlarda işe yarıyor gibiydi. Amanda onunla dua bile etmişti. Hatta onun hissettiklerini hissettiğini söylemişti. Maud, bu işi o kadar ciddiye alıyor ki eve gelen seks için gelen Carol’u evden uzaklaştırmaya çalışıyor.
Ancak Maud’un Amanda’ya tokat attığı gece Maud’un gözleri gerçeklere açılıyor. Carol meğerse onun tüm söylediklerini Amanda’ya anlatmış ve o konuşmadan Amanda’ya bahsetmeyeceğini söylerken Carol’la dalga geçiyormuş. Amanda da partide onun yaptıklarıyla ve inancıyla dalga geçince Maud’un psikolojisi bozuluyor. Tüm yaptıkları bir anda boşa gitti. O böyle düşünüyor. İnançsız bir kadının dönüş yapması için oraya gönderilmişti ama başarısız oldu. Yoksa yanlış bir yolda mıydı? Tanrı onunla konuşmuyor muydu veya onu terk mi etmişti?
Maud bu noktada sağlam bir psikolojik travma geçiriyor. Bir anda içinden atamadığı eski yaşantısına dönüyor. Bir bara giderek içmeye başlıyor (Barda yan masada gördüğü ortama karışmak ve onlardan birisi olmak istediği sahne çok iyiydi) ve sonrasında bir adamla seks yapıyor. Ama bu yaptıkları evde yalnız kaldığında onun vicdanını kanatıyor. “Azize” Maud bunu yapmamalıydı.
Bu vicdan azabıyla düşüncelere dalmışken ardındaki masada duran hac yere düşünüyor. Maud bunu bir işaret olarak ele alıyor (daha önce de gökyüzündeki girdabı görmüştü) ve tekrar Tanrı’nın ne istediğini düşünmeye başlıyor. Af diliyor. Bu noktada şuna dikkat etmemiz gerekiyor: Maud bu “işaretleri” alırken hep yalnız. Bunları başkası görmüyor (en sondaki melek kanadı da dahil). Bu nedenle “Bunlar gerçekten oluyor mu?” diye düşünmek doğru olmaz. Bunlar onun yaşadığı psikolojik sorunların yansıması. Acılarına, yalnızlığına bir amaç vermeye çalışıyor. Bunlar boşuna olmamalı. “Acısını boşa harcamaması gerekiyor.”
Sonra gece gözlerini açtığında yine o hamamböceğini görüyor. Burada Tanrı onunla farklı bir dilde konuşuyor. Dikkat ederseniz sahilde Maud’un kendisinin de bu dilde konuştuğu görülüyor (Glory be to God dediği sahne). İşte bu bize onun aslında o gece de kendi kendine konuştuğunu ispatlıyor. Tanrı lisanında konuşan da kendisiydi.
Peki, Maud Gerçekten de Amanda’yı Öldürdü mü?
Evet, öldürdü. Peki, yatakta görünen Şeytan da neyin nesiydi? Orada Şeytan falan yoktu. Maud’un o yaşadığı travma öyle büyük ki Tanrı’yı ve onun oraya gelişini inkar eden kişi ancak Şeytan olabilirdi. Maud oraya Tanrı tarafından gönderildiğine inanıyor. Son anda ölmekte olan Amanda inanmaya başlamalıydı. Ama olmuyor. Amanda son nefesinde hâlâ inançsızlığını koruyor. İşte bu durum Maud’un inançlarını sarsıyor. Ne yapacağını bilemiyor.
Daha dün gece Tanrı ile konuşmuştu. Bu nasıl olur? Amanda Tanrı’ya nasıl inanmaz?
Bu durumda Şeytan onu ele geçirmiş olmalı. Bunun tek izahı bu (onun Şeytan çizimleri gördüğü sahneleri hatırlayın. Şeytan kadını ele geçirmeye çalışıyordu, ona uzanıyordu). Bu yüzden Maud da oracıkta “Şeytan’ı” öldürüyor ya da onun ele geçirdiği bedeni öldürüyor. Ancak gerçekte öldürdüğü kişi yatağında uzanan zavallı Amanda.
Maud sahile giderken bir adamın ona dikkatle baktığını kaçırmayın. O sadece onun kıyafetinden ötürü Maud’a bakmıyor bence. Onun üzerinde kan olmalı. Çünkü Amanda’yı o kıyafetlerle öldürmüştü. Adam onun üzerindeki kana bakıyor, kıyafete değil.
Bu arada intihar düşüncesi Maud’un yaşamında hep vardı. Sahilde Carol’ın (ya da yeni bakıcı kadın, artık her kimse) Amanda’yı tekerlekli sandalyede sanki onu denize atacakmış gibi kenara yaklaştırması, Maud’un kızgın olduğunda elindeki çakmağı istemsizce çakması ama partide üzgün olmadığından ötürü (intihar modunda değil ve her şey o an için iyi gidiyor) mumları yakmak için kibritle uğraşması- çakmaktan uzak durması vs. gibi durumlar onun kendisini öldürme düşüncesinin hep içinde olduğunu gösteriyor. Kendini yakmak muhtemelen aklından geçen yollardan birisiydi. Arkadaşı onun evine geldiğinde de sanki zehirli suyu içmek üzereydi ama bulutların hareketini görünce bundan vazgeçmişti ve birden arkadaşıyla konuşmaya başlamıştı.
Sonuç olarak Maud intihara meyilli birisi. Acı çekiyor, hayatı kötü gidiyor ve daha da korkunç olanı yalnız ve çaresiz. Arkadaşı yok, kimsesi yok, tek başına yaşıyor. Dengesiz davranışları var. Kendisini, bu çektiklerinin boşa olmadığına inandırmış. Ama bu inancı saplantı derecesinde ve çok ileri boyutlarda. Sonra adım adım gerçeklikten kopuyor ve en sonda “diğer tarafa” bir katil olarak gidiyor.
Not: Tabii ki filmde yer alan ve burada bahsetmediğim başka detaylar da var. En başta ölen hastanın morgdaki yatışıyla ve Maud’un kendi kendineyken “uçtuğu” andaki duruşuyla Amanda’nın çizimi ve TV görüntüsü arasındaki benzerlikler ya da Maud’un yüzünün bir tarafının pek çok sahnede karanlık gösterilmesi ayrıca finalde eve girerken bir karanlık bir aydınlığa geçmesi vs. gibi… Bunlar zaten benim söylediğim teoriyi destekleyen noktalar.
Bu arada onun adı aslında Kaite. Arkadaşı Joy ona öyle sesleniyor. Kaite, pure yani saf demek. Maud ise “savaş gücü yüksek” anlamına geliyor. Bu ismi seçmesi kendi içinde verdiği savaşa bir gönderme olabilir.