Taxi Driver- Taksi Şoförü (1976); Zindan Adası (2010), Köstebek (2006) ve yakın tarihten İrlandalı (2019) gibi unutulmaz filmlerin, yaşlandıkça sempatikleşen yönetmeni Martin Scorsese’nin en iyi filmleri arasında gösteriliyor.
Filmde akli dengesi tam olarak yerinde olmayan bir Vietman gazinin geceleri uyumakta zorlandığı New York’ta gece taksi şoförü olarak çalıştığı sırada yaşadıkları anlatılıyor.
Taksi Şoförü günümüzden yaklaşık 45 yıl önce çekilse de bugün bile açıp rahatlıkla izleyebileceğiniz bir kült yapım ve bir başyapıt. Filmde Robert De Niro ve Jodie Foste gibi iki önemli oyuncu yer alıyor. Jodie Foster film çekimleri sırasında 12 yaşındaydı ve hem onu hem de Robert De Niro’nun gençliğini seyretmenin keyfini anlatmaya kelimeler yetersiz kalıyor.
Robert De Niro’nun bu filmde canlandırdığı Travis karakteri sinema tarihinin en çok iz bırakan karakterlerinden birisi. Yeşil renkli ordu ceketi, donuk bakışları, taksi sürerken sergilediği o soğuk ve duygusuz tavırlar, kendince iyilik yapmak için verdiği mücadele… Travis’ın Manhattan sokaklarında aracının içerisinde sokak serserilerini, fahişeleri, pezevenkleri, çete üyelerini ve kendi tabiriyle tüm “pislikleri” izlerken onları yıkayacak ve silecek bir yağmur yağacağını hayal etmesi… Siyah Amerikalılara nefret ederek bakması… Tüm bunları ve çok daha fazlasını film sona erdikten sonra tek tek hatırlayacağınıza emin olabilirsiniz.
Yazının bundan sonrası spoiler içeriyor.
Orijinal Adı: Taxi Driver
Tür: Suç, drama
Yönetmen: Martin Scorsese
Ülke: Amerika
Türkiye Gösterim Tarihi: 14 Ekim 1980
Oyuncular: Robert De Niro, Jodie Foster, Cybill Shepherd, Albert Brooks, Peter Boyle
Süre: 01s 54dk
IMDB: 8,2 – 25. Kare puanı: 8,5
Travis Vahşi ve Acımasız Bir Karakter mi?
Buna hayır, demeyi çok isterdim ama maalesef evet, demek zorundayım. Ondaki nefret potansiyeli adeta içerisinden çıkmak için fırsat kolluyor. Filmin hemen başlarında onun bu nefretinin dışa yansıdığına şahit oluyoruz. O, gece dışarıya çıkanları hayvan olarak niteledikten sonra böyle nitelendirdiği kişileri ya da sınıfları tek tek sayar:
“Fahişeler, hırsızlar, uğursuzlar, ibneler, hapçılar, keşler. Hasta ruhlu satılmışlar…”
Diğer bir sahnede taksici arkadaşlarıyla otururken orada bulunan siyah Amerikalılara kin dolu bakışlar atar.
O kadınlardan da nefret ediyor. Onlara ulaşmak istiyor; ancak başarısız olduğunda “Sen de diğer hepsi gibisin” nitelemesiyle onlara olan bakışını ortaya koyuveriyor. Travis bazı sahnelerde sokakta yanından geçenlere bile nefretle bakıyor. O, kısaca neredeyse herkesten nefret ediyor.
Peki, neden böyle? Travis; 1970’lerin Amerikasında yaşayan, savaş sonrasında topumda kendisine yer bulamamış, dışlanmış, yalnızlığa mahkûm kalmış ve psikolojik sorunları bulunan, ilaç bile kullanan birisidir (Muhtemelen uyku ilacı alıyor, ama bunlar bir işe yaramıyor). Onu bu şartlar altında değerlendirmek gerekiyor. Hiç kimsenin onu sevdiğine, onu anladığına ve onu hayatına kabul ettiğine şahit olmuyoruz. Travis’ın bu yöndeki çabaları Betsy örneğinde olduğu gibi sonuçsuz kalıyor. Bu durumda onun yaşadığı topluma karşı nefret dolu olması ve sonrasında sürüklendiği durum anlaşılabilir bir sonuç.
Film Siyahileri Kötü mü Gösteriyor?
Filme ilk baktığımızda böyle bir çaba sarf edilmiş gibi dursa da durum böyle değil. O günün toplumunun sosyolojik fotoğrafını çektiğinizde ve olaylara az önce anlattığım gibi bir adamın penceresinden baktığınızda karşınızda beliren manzara bu. Marketi soymaya gelen kişinin siyahî olması, siyahilerin Travis’ın aracına sebepsiz yere saldırması, Travis’ın onlara nefret eder gibi bakması gibi durumlar siyahi Amerikalıları kötü göstermekten ziyade o günü fotoğrafını çekiyor. Film olmayan toplumsal vakaları olmuş gibi mi gösteriyor? Hayır, tabii ki. Eğer öyle olsaydı o zaman yönetmen siyahîleri kötü göstermek için özel bir çaba sarf etmiş, diyebilirdik.
Sonuç olarak ben Scorsese’nin siyahîleri kötü göstermek gibi bir amacının olmadığını tam aksine o günün sosyolojik ve toplumsal fotoğrafını başarıyla çektiğini düşünüyorum.
Üstelik Scorsese’nin çektiği bu fotoğraf karesindeki tek kötüler siyahîler değil. Bunu da ıskalamamak gerekiyor. Bu fotoğraf karesinin içerisinde hasta bir toplum da yer alıyor.
Hasta bir Toplum
Scorsese, film boyunca toplumun içerisinden numunelik bazı örnekler alır ve bunları bize detaylıca gösterir. Bunlardan birisi gece vakti Travis’ın aracına binen ve Scorsese’nin bizzat canlandırdığı karakter (Bu arada Scorsese film boyunca iki yerde görülüyor. Diğeriyse filmin başlarında Betsy’nin ilk kez görüldüğü sahnede. Scorsese sokakta oturup onu seyreden bir adam rolünde).
Bu adam Travis’ın taksisine bindiğinde pis denebilecek bir apartmanda pencere ışığında görülen karısının kendisini aldattığını ve karısını öldürme planı yaptığını anlatır. Burada yazmak istemediğim detaylar verir. Karısını 44’lük bir Magnum’la öldüreceğini söyler. Bu adam aslında Travis’in yaşamında önemli bir dönüm noktasıdır. Zaten “kötü” düşüncelere sahip Travis böyle bir adamla karşılaşınca kendi düşüncelerine adeta yol bulmuştur. İçinde kök salmış, kana susamış tarafı böylece büyümek için bir fırsat buluyor.
Film diğer taraftan bizlere, 12 yaşındaki çocuğun (Iris- Jodie Foster) bir pezevenk tarafından (Sport) nasıl kandırıldığı ve onun üzerinden para kazanmak için ona nasıl yalanlar söylediğini detaylıca anlatılır. İşte tüm bunlar bir hasta toplum tasviri…
Travis sonuç olarak kendisini böylesine “hasta” bir şehri “temizlemekle” görevli bir tür iyilik meleği pozisyonuna konumlandırıyor. En doğruyu kendisinin bildiğini ön görüyor. İlk kez gördüğü adamlar hakkında son derece olumsuz ve hakaret içeren değerlendirmeler yapıyor…
Travis dışlandığı ve kendisine yer bulamadığı bu pis toplumun kurtarıcısı olarak görüyor kendisini. Toplumun çürümüşlüğü, ahlaksızlığı ve iğrençliği finalde sonra da net olarak ortaya çıkıyor.
Şöyle ki; Travis, Iris’i kurtarmak için gittiği mekânda amacı ne olursa olsun geride yıkım, kan, ölüm ve vahşet bırakıyor. Otel görevlisinin parmaklarını havaya uçuruyor. Burada detay vererek o kanlı sahneleri anlatmayayım. Sonuçta son derece vahşi ve kanlı sahneler var.
Üstelik 12 yaşındaki bir kız çocuğu tüm bunları izlemek zorunda kalıyor. Çığlık atıyor, ağlıyor hatta bir sahnede Travis’e durması için yalvarıyor.
Yaptığı şeyler o kadar iğrenç ki Travis silahı kendisine yönelterek intihar etmek istiyor. Ancak kurşun kalmadığı için bunu başaramıyor.
Kamera bu andan sonra tüm oteli dolaşarak onun yaptığı bu katliamın detaylarını gösteriyor.
Şimdi gelelim işin püs noktasına… Sağlıklı bir toplumda bu yapılanın bir katliam olduğu vurgulanır, bu katliamın üzerine bir de Senatör’ü öldürmek isteyen adam şüphesini eklenir ve Travis ağır bir cezaya çarptırılır ya da en kötü olasılıkla eğer akıl sağlığı yerinde değil raporu alırsa akıl hastanesine yatırılırdı. Olması gereken buydu; çünkü ne olursa olsun hiçbir şart altında bireyler insan öldüremez. İsterse öldürdüğü kişi azılı bir katil olsun, sapık olsun, ne olursa olsun… Buna yol verirseniz toplumda anarşi meydana gelir.
Ancak, filmin sonunda böyle olmuyor. Travis, film boyunca resmedilen o hasta toplum tarafından bir kahramana dönüştürülür. Taksi Şoförü Gangsterlerle Savaşıyor gibi manşetlerle onun bir kahraman olduğu vurgulanır.
Hatta Iris’in babasının ona teşekkür mektubu yazar ve daha da önemlisi Betsy bile adeta ona kur yapar. Taksisine gelir, onunla konuşmak ister, ona gülümser… Ancak bu kez onu istemeyen kişi Travis’tır.
Böyle halka böyle kahraman… Katil, ırkçı, muhtemelen akıl hastası birisi ama toplum onu kahraman olarak kabul ediyor; çünkü adam zaten toplumu yansıtıyor.
Taxi Driver- Taksi Şoförü film incelemesinin tamamına 25. Kare üzerinden ulaşabilirsiniz.