Solace (2015), F.B.I. ile beraber çalışan John Clancy (Anthony Hopkins) adındaki medyumun, bir seri katili yakalamak için verdiği mücadeleyi anlatıyor. Filmin inanılmaz bir oyuncu kadrosu var. Father filmindeki performansıyla 2021 En İyi Erkek Oyuncu Oscar ödülünü de alan Anthony Hopkins; özellikle The Walking Dead dizisindeki Negan karakteriyle hafızalarımıza kazınan Jeffrey Dean Morgan; büyük bir hayran kitlesine sahip, yetenekli oyuncu Abbie Cornish ve tabii ki hem başrol olarak hem de yardımcı rollerde o inanılmaz yeteneğini gösteren Colin Farrell. Film bence sadece bu oyuncuları seyretmek için bile izlenebilir.
Filmin Konusu
John Clancy, psişik güçlere sahip, medyum da diyebileceğimiz yetenekli birisidir. John bu yeteneğini uzun yıllar F.B.I. ile birlikte suçluları yakalamak için kullanmıştır. Kızının hastalanıp ölmesinden sonra tam iki yıldır sosyal yaşamdan soyutlanmış bir yaşam sürmektedir. Ancak F.B.I. son derece yetenekli bir seri katili yakalama noktasında onun yardımına ihtiyacı olduğu söyler. Bu kez karşılarında kolay bir lokma yoktur.
Genel İzlenimlerim
Film emekli bir “uzmanın” son bir iş için tekrar sahalara inmesi ve psişik güçlerin türü (detay vermiyorum) noktasında klişeler taşısa da oyuncuların kalitesi tüm bunları göz ardı etmemize yetiyor ve filme son derece yüksek bir seyir zevki katıyor.
Solace (2015), bence yönetmenin (Afonso Poyart) gizem filmleri noktasındaki tecrübe eksikliğinden ve senaryodaki bazı sorunlardan ötürü potansiyelini ekrana yansıtamamış bir film. Bir gizem filmleri bağımlısı olarak bu yapımda eksikliğini gördüğüm nokta bizi filme dahil edememesi.
Tamam, John bir şeyler görüyor ve bunların bir kısmı bize de gösteriliyor; ancak sorun çözüm noktasında bizim aciz kalmamız. Film boyunca belli noktalar dışında fikir yürütemiyoruz. John’un önüne geçemememiz son derece normal ama seyirciler olarak Katherine ve Joe’yi de neredeyse geriden takip ediyoruz ya da onlarla birlikte ilerliyoruz. Bu beni çok rahatsız etti.
John’un geleceğe dair görülerini çözme şansımız yok. Bir şeyler görüyoruz ama neyin ne olduğunu bilemiyoruz. Sadece filmin bize çözüm sunmasını bekliyoruz. İlerde taşlar yerine oturduğunda “Aa, böylemiş, aa burasıymış…” diyoruz. Bu kurgu kötü değil ama bizi filme katamıyor, süreci bir yabancı gibi uzaktan takip etmekle yetiniyoruz sadece.
Bu filmin en büyük eksikliği bence buydu.
İkinci olarak filmin finali hakkındaki bazı düşüncelerimi de aktarmak istiyorum ama bunlardan spoiler vermeden bundan bahsetmek imkansız. Bu nedenle filmi seyretmeyenler yazıyı okumayı burada bırakabilir. Tercih sizin.
Yazının bundan sonrası spoiler içeriyor.
Orijinal Adı: Solace
Tür: Suç, drama, gizem
Yönetmen: Afonso Poyart
Ülke: Amerika
Türkiye Gösterim Tarihi: 23 Ekim 2015
Oyuncular: Anthony Hopkins, Jeffrey Dean Morgan, Abbie Cornish,
Colin Farrell, Matt Gerald
Süre: 01s 41dk
IMDB: 6.4 – 25. Kare puanı: 6,8
Senaryoya genel bir bakış
Charles ve John arasındaki savaş ve mücadele bence yetersizdi. Charles’in psişik güçleri John’un güçlerinin çok çok ötesinde. Bunu bizzat John itiraf ediyor. Ancak cinayetler dışında bu fark nedeyse ortadan kalkıyor, diyebiliriz. Hatta ilk karşılaşma anında, restoran sahnesinde John, Charles’in bir adım önüne geçiyor. “Tüm olasılıkları gördüm.” diyen Charles nasıl oluyor da John’un başına sürahi vuracağını göremiyor. Bu da bir olasılıktı. John onun gerisinde olmasına rağmen bu hamleyi nasıl yapabildi? Charles tren sahnesinde de açıkça gördüğümüz üzere John’un gördüklerini bile görebiliyor. Yani Charles her durumda John’dan hep birkaç adım ileride olmalıydı.
İkinci olarak Charles’in trene bindikten sonra “Ölüyorum John. Daha fazla devam edemem. Yerimi alacak birisine ihtiyacım var” demesi inanılmaz klişe bir finaldi. İnsanların geleceklerini, geçmişlerini, tüm yaşamlarını bir dokunuşla görebilen bu medyumların savaşı böylesine klasik bir sonla mı bitmeliydi? Charles’in yakalanması ve ölmesi o kadar kolay ve o kadar basit oldu ki…
Tamam, Charles’ın son sahnede John’u zorlaması güzeldi. Yani işleri beni öldürmezsen Katherine ölecek noktasına getirmesi akıllıcaydı. John burada bir seçim yapmak zorunda kaldı. Bir tarafta “Ben ölüyorum” diyen bir adam, diğer tarafta ona kendi kızını anımsatan, genç ve yetenekli bir F.B.I. ajanı… John, öylesine zor bir durumda kaldı ki neredeyse hiçbir seçeneği yoktu.
Ancak John’ın tüm bunları görmesine rağmen adım adım bu tuzağın içine düşmesi bence büyük bir soru işaretiydi. John metro katına indiği zaman Katherine’nın ölümüne doğru giden yolda olduğunu anlamıştı. Devam ederse bu yolun nereye çıkacağını biliyordu. Sonunu bildiği bir yolda ilerlemeye devam etti. Mesele Charles’ın yakalanması değildi bence. Charles, polis tarafından zaten yakalanacaktı. Metro kıstırılmıştı. John metroya binmeseydi ve Katherine’yı uyarsaydı gördükleri yaşanmayacaktı. John madem başkalarının ölümüne bu kadar duyarlı birisi, o halde neden sonunu bildiği bir yolda yürümekte ısrar etti? Bu, senaryonun sorunlu noktalarından birisi mi yoksa şu an için göremediğimiz bir şeyler mi var?
John’ın anlamsız gibi görünen bu seçimi finalde duyacağımız bir cümleyle anlam kazanacak. Buna az sonra değineceğim.
Finalde iki medyumun yeteneği çarpıştı. Bir tanesi “7 dakika içerisinde beni öldüreceksin” derken diğeri “Ben katil değilim, bu olmayacak” demişti. Sonuçta Charles’ın söylediği gerçekleşti. Katherine’nın öldüğü görüntüler gerçekleşmedi.
Son Sahne ve Anlamı
Kapanış sahnesinde John’un muhtemelen iki yıla yakın bir süredir ayrı oldukları Elizabeth geliyor. John’un mektubunu okumuş ve onunla buluşmaya gelmiş. John ona sarıldığında onun şu ana kadar hiç kimseyle ne eşiyle ne arkadaşlarıyla ne de bizimle paylaşmadığı sırrını öğreniyoruz. O bu ana kadar hep kızının iki yılın sonunda birden öldüğünü söylüyordu. Ancak hikâyeyi eksik anlatmış. Kızının acı çekmesine artık dayanamadığı için onun serumuna ilaç enjekte ederek ölmesini sağlamış.
Ancak dikkat ederseniz Elizabeth burada son derece önemli bir şey söylüyor. Onun kendisine gönderdiği son mektubu kastederek “Diğerlerinden farklıydı, sadece geçmişten bahsediyordu.” diyor. İşte o bunu söylediği anda bazı taşlar yerine oturuveriyor. John neden değişmişti? Onu etkileyen şey neydi?
Hatırlarsanız John, Charles’a “Senin hakkında ikileme düştüm” demişti. Aslında John sadece Charles hakkında ikileme düşmemişti. İşin bu tarafını anlatmıyor, olayı hep eksik anlatıyor.
İkileme düştüğü noktayı şu sözleriyle anlatmıştı: “Tanrı’yı oynayamayız.” John bunu söylediği an anlıyoruz ki o kızını öldürdükten sonra, bu seçimi yaptıktan sonra ikilemden kurtulamamış. Acaba doğru mu yaptım? Onu öldürmese miydim? Acı çekmesine izin mi verseydim? İşte bu ikilemlerinden sıyrılamamış. Bu yüzden herkesi ve her şeyi bırakarak yalnız yaşamaya başlamış. Kendinden emin olsa ve aldığı kararın ardında dursa neden kendini yaşamdan soyutlasın?
O bu haldeyken yani ikilem yaşarken kendisiyle bu noktada aynı düşünen bir başka medyumla karşılaşması onun için bir dönüm noktası oluyor. Charles hakkında karar veremediğini, ikilem yaşadığını söylerken aslında kendi hakkında ikilem yaşıyordu. Bir karar vermeliydi artık. Böyle yaşayamazdı. Charles’ın yaptıklarını onaylıyor muydu, onaylamıyor muydu?
İşte bu noktada onun artık net bir karar verdiğini anlıyoruz. Charles’a “Tanrı’yı oynayamayız.” derken aslında acı çeken birisini öldürme hakkını sana kim veriyor? Ölüm anında yaşanması gerekenler yaşanıyor. Yaşamın kuralı bu ve senin bu kuralı değiştirme hakkın, başkaları için seçim yapma hakkın bulunmuyor, demek istiyor.
Evet, hangi konuda olursa olsun net bir karar vermeniz sizi çok rahatlatır. Kararsızlık, inanılmaz bir bocalama sürecidir ve insanın elini kolunu bağlar.
Şimdi burada aslında az önce cevabını vermiş olduğu şu sorunun üzerinde biraz durabiliriz.
Charles öldükten sonra John onun yerini aldı mı?
Bir başka ifadeyle John hasta olan ya da hastalanacak insanları aynen Charles gibi öldürmeye mi başlıyor? Bu sorunun cevabı net: Hayır, öyle olmuyor. John acı çeken kızını öldüğü anda bu noktada Charles’la birebir aynı düşündüğünü göstermişti. Evet, bu doğru.
John 2 yılın sonunda kızını ölüme yollarken aynen Charles’ın şu an yaptığı gibi Tanrı’cılık oynamıştı. Buna şüphe yok; ancak düşünceleri biraz öne anlattığım üzere (2 yıl sonra) değişmişti ve artık başkaları için, hiç tanımadığı insanlar için böyle bir seçim yapma hakkı olmadığını düşünüyordu. Kızı 2 yıl boyunca iyileşmek için çabalamış yani “acı çekmişti.” Jonh onun yaşama tutunma mücadelesini seyretmenin, bu sırada onun yanında bulunup ona destek olmanın kıymetli zamanlar olduğunu, bunun bile bir güzelliğe döndüğünü anlatıyor.
İşte ikisi bu noktada birbirinden tamamen ayrılıyor. John başkaları adına karar vermek istemiyor; Charles ise bunun tam tersini düşünüyor.
Sonuç olarak sorunun cevabı şu: Hayır, John cinayetlere devam etmiyor. Charles’in bıraktığı işi devam ettirmiyor. O hiçbir zaman başka birisini öldürmüyor ama yine de yaptığı bu işi ahlaki boyutu noktasında ikilem yaşıyordu. Artık bu ikilemden kurtuluyor ve düşünceleri netleşiyor.
Solace (2015) incelemesini 25. Kare üzerinden seyredebilirsiniz.