The Art of Self-Defense- Savunma Sanatı adlı filmde, Casey isimli silik bir adamın köpeğine yem almaya çıktığı bir gece uğradığı saldırı sonrasında değişen hayatı anlatılıyor. Casey hem iş yerinde hem de özel hayatında fazlasıyla kibar, korkak ve ürkek bir tiptir. Saldırı sonrasında bir silah satın almayı düşünür. Ancak bu sırada tesadüfen gördüğü bir karate kursuna yazılıyor ve orada karizmatik bir eğitmenle (sensei) tanışır. Sensei adım adım onu erkeklerin kaba, sert ve acımasız dünyasıyla yüzleştirmeye başlar.
Filmin baş rolünde fazlasıyla yetenekli bir oyuncu olan Jesse Eisenberg yer alıyor. Filmde Imogen Poots’u görünce hali şaşırdım; çünkü bu ikiliyi aynı yıl çekilmiş olan Vivarium (2019) adlı filmde de seyretmiştim. Bu filmin incelmesini 25. Kare‘de yapmıştım. Bağlantıyı buraya ekliyorum.
The Art of Self-Defense- Savunma Sanatı yer yer komedi unsurları içeriyor; ama ben filmi daha çok drama yakın olarak değerlendiriyorum. Filmde yer alan şiddet ve kan, az da olsa etkili bir şekilde kullanılmış. Ayrıca karate kursunun gizemleri sonuç olarak komediden ziyade hayli ciddi sorunlara parmak basıyor.
Filmde sınırlı sayıda oyuncu rol alıyor. Mekanlar da aynen oyuncu kadrosu gibi sınırlı. Filmde; karate kursu, ev, az da olsa iş yeri ve sokaklarda çekilmiş sahneler yer alıyor. Film $2,410,914 gibi hayli düşük bir bütçeyle çekilmiş ve dünya genelinde neredeyse bütçesini zor çıkaran bir gelir elde etmiş.
Tabii ki bir filmin düşük bütçeli olması onun başarısız olacağı anlamına gelmiyor; ancak bu filmin sorunu bence finali. Film öyle ya da böyle beni sona ana kadar ekran başında tutmayı başardı. Ne olacağını, neler yaşanacağını merak ettim ve izlemeye devam ettim. Bu bir film için bir başarı bence.
Filmde maskülen olmanın bağlamı üzerine işlenen tema güzeldi. Karate kursunda çok yetenekli bir öğrenci olan Anna’ya sadece kadın olduğu için yapılan ayrımcılık ve bu bağlamda gelişen olaylar filmin en etkili yönüydü. Bunları seyrederken hayatın ne kadar acımasız olduğunu ve diğer taraftan da bazen kadınların bazı noktalarda ne kadar zorlandığını fark ediyorsunuz. Yönetmenin, Anna konusunda filmi tamamen drama bağlamaktansa bazı tercihler yaparak en azından finalde yüzümüzü güldürmeyi tercih etmesi güzel bir detaydı.
Ancak final beni tatmin etmedi. Bazı soruların cevabını alamadık ki bu beni hayli rahatsız etti. Spoiler vermemek için şöyle yazayım: Finaldeki yer değişimleri bana çok mantıksız geldi. Bundan sonra ne olacak? Diğerleri ne yapacak? Onlarlar onların seçimlerini nasıl etkileyecek? Bazı şeyler zorla yapılıyor idiyse bundan sonra ne olacak?
Soruları çoğaltabilirim ama filmi izleyenler ne söylemek istediğimi anlayacaktır.
Final daha güzel olsaydı düşük bütçeli olmasına rağmen ilgi çekici bir konu ve iyi oyuncular sayesinde ortaya önerebileceğim bir film çıkabilirdi. Ama final olmamış. Maalesef…
Ben çok sevdim bu filmi. Karakterlerin doğal halleri bile bana komik geldiği için olabilir. Mimikler falan…