Persona, incelemem için hayli istek gelen filmlerden bir tanesi. 1966 İsveç yapımı film; izleyicileri günümüz sinemasının kopyala yapıştır mantığından uzaklaştırma ve aslında eski bir yapım olsa da yepyeni bir sinema mantığına ulaştırma konusunda hayli başarılı.
Yaklaşık bir buçuk saat süren filmin neredeyse tamamı konuşmalardan ibaret. Sembolik bir anlatım dilinin yanında rüyalar, metaforlar, insan psikolojisi ve var oluşsal felsefeye yönelik dokunuşlar kullanılmış. Bu bağlamda herkesin beğenebileceği ve anlayabileceği bir yapım değil.
Orijinal Adı: Persona
Tür: Drama, gerilim
Yönetmen: Ingmar Bergman
Ülke: İsveç
Gösterim Tarihi: 18 Ekim 1966 (İsveç)
Oyuncular: Bibi Andersson, Liv Ullmann, Margaretha Krook, Margaretha Krook
Süre: 1 saat 25 dakika
IMDB: 8,1 – Kare puanı: 7,9
Filmin konusu çok sade. Elisabet isimli bir tiyatro oyuncusu bir oyun sırasında bir tür rahatsızlığa yakalanıyor ve susuyor. Fizikse olarak bir sorunu görünmüyor; ancak kimseyle konuşmuyor. Filmde Elisabet’in bu suskunluğunun nedenleri adım adım anlatılırken onun kendisine bakan hemşire Alma’yla kurduğu iletişim aktarılıyor.
Persona zamanla klasik bir film haline geldiği internette filmin arka planı, yapımcısının hayatıyla olan bağları, çekim teknikleri gibi konularda sayısız bilgiye ulaşabilirsiniz. Benim bunları tekrar etmek gibi bir amacım yok. İşin doğrusu ilgimi de çekmiyor. Ben bu videoda filme şöyle minik bir ayna tutmak ve filmin tanınması için minik bir destekte bulunmak istiyorum. Bu nedenle bu videoyu lütfen detaylı bir analiz gibi düşünmeyin. Kanal takipçileri zaten bunu hemen anlayacaktır.
Yazının bundan sonrası spoiler içeriyor.
Suskunluk da Aslında Bir Maske
Persona, sözlükte “Bir kişinin karakterinin başkalarına sunulan ve başkaları tarafından algılanan yönü” anlamına geliyor. Bu bağlamda filmin adı olan Persona’ya bir maske gibi bakabiliriz. Elisabet’in fiziksel hiçbir sorunu olmamasına rağmen susması, konuşmaması yani suskunluğu bir maskeydi.
O, bu maskeyi Electra adlı bir Antik Yunan tiyatro oyununu sergilerken takmaya başlıyor. Neden bu oyun diye şöyle bir araştırma yapınca bu oyunla kendi yaşamı arasında bir bağ bulunduğunu anlıyoruz. Oyunda kendi öz babasının intikamını almak için annesini öldürmek isteyen bir kızın öyküsü anlatılıyor. Anne, kızın babasını aldattığı için alınmak istenen bir intikam söz konusu.
Peki, bu oyunu Elisabet’in yaşamıyla nasıl bağdaştırabiliriz? Arada nasıl bir bağ var? Neden bu oyun sırasında başlıyor bu suskunluğuna? Bence nedeni şu: Oyunca sebebi ne olursa olsun annesiyle irtibatını kesmiş bir çocuk var ve bu çocuk annesinden intikam almak için sinsice pusuda bekliyor.
Elisabet bilindiği üzere değil oğlunu kabullenmek, onu sevmek; kocasının gönderdiği mektubun arasından çıkan resmi bile yırtıyor. Onu kendi kariyerine tuzak kuran sinsi bir düşman olarak görüyor.
Onun neden çocuk yapmak istediğini biliyoruz. Bir sanatçının sahip olması gereken her şeye güzelliğe, üne, paraya, iyi bir kocaya sahip olan Elisabet kendisine söylenen bir söz üzerine anneliğinin eksik olduğunu düşünmeye başlıyor. Son derece narsist ve kendini beğenmiş birisi olan Elisabet kendisinde eksik görülmesine katlanamıyor ve hamile kalıyor.
Persona anlatımının tamamına 25. Kare üzerinden ulaşabilirsiniz.