Amazon Prime Video’nun yeni dizisi Them Türkçede diğerleri ya da onlar gibi anlamlara geliyor. İlk sezonu 10 bölüm halinde yayınlanan korku, gerilim ve dram dizisi 1950’lerin Amerika’sında geçiyor. Dizide siyah-beyaz çatışmasının ve ırkçılığın zirve yaptığı zamanlarda beyazların mahallesinde bir ev satın alan bir ailenin hikayesini seyrediyoruz.
Aslında siyahların hor görüldüğü, aşağılandığı, yaşam hakkı bile verilmek istenmediği zamanları konu alan yapımlar hayali fazla. Bu nedenle böyle bir konuda bir dizi çekmek bir yönden risk sayılabilir. Çünkü zaten yaşanacaklar az çok bellidir. Sevimli aile risk alarak taşındığı bu yeni mahallede huzur bulamayacaktır; sorunlar yaşayacaktır. Bunlar zaten beklendik durumlar.
Ancak Them dizisi sadece ailenin karşılaştığı zorluklara ve onlara kötü davranılmasına odaklanmamış. Olaylara benzersiz denebilecek ve oldukça sürpriz eklemeler yapmış ve olayları gerçekten hiç beklemediğimiz yerlere sürüklemiş.
Dizi bizleri de karakterlerle birlikte gerçek bir çıldırmanın kıyılarında gezdiriyor. Bununla birlikte “geçmişe” yapılan referanslar da çok iyiydi. Geçmişin ve şu anın belli bir mekan özelinde buluşması ve bizi de bazen zor denebilecek seçimler yapmaya zorlaması gerçekten dikkate değerdi.
Daha fazla yazmak doğrudan spoiler içereceği için içerikle ilgili yazmayı burada kesiyorum.
Dizi tüm dünyanın kanayan yarası olan ırkçılığı kendisine özgü bir kurguyla ele almış. Yapım gizem severleri de memnun edebilecek sahneler barındırıyor ki Them’in en orijinal yanı bence bu. Siyahların ve beyazların dünyaları arasına keskin sınırlar çizerken bu net sınırların üzerine çektiği gizem sosu çok başarılıydı.
Them’i seyrederken siyahlara yapılan bu ayrımcılığın insanları insanlıktan nasıl uzaklaştırdığını, canavarı ve kötüyü hep karşı tarafta arayanların kendi kötülüklerini ve dönüşümlerini göremeyecek kadar zavallı duruma düştüklerini, empati yoksunu olmanın ne kadar tehlikeli durumlar meydana getirebileceğini, ırkçılığın ne kadar iğrenç bir virüs olduğunu, kendi elleriyle kendi dünyalarını zehir eden insanlara acınır mu acınmaz mı ikilemini, eden bulur sözünün ne kadar doğru olduğunu ve tabii ki özellikle o zamanlarda siyah olarak yaşamanın ne kadar zor olduğunu düşünüyorsunuz.
Dizinin tüm bunların ötesinde taşıdığı mesaj da çok ilginç. Bu sorunlar bitmeyecek ve sona ermeyecek. Güçlü olan karşı tarafı ezmeye devam edecek. Dizinin en vurucu sahnelerinin birisinde siyahlar ve beyazlar arasındaki sınırın ateşle çizildiğini görüyoruz. Ateş, yıkım ve savaş; kan ve gözyaşı anlamına geliyor. Arada ateş varken, ellerde silah bulunuyorken ve her iki tarafta da kuyruk acısı varken sınırı geçemezsiniz. Ayrılıkları bir tarafa bırakarak konuşamazsınız. Dizi bu mesajını adece görsel olarak vermiyor; aynı zamanda karakterlerin repliklerinde de bu ayrımcılığın, bu acıların, bu ırkçılığın sona ermeyeceği vurguları yer alıyor.
Dizinin bu mesajını beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz; ancak insan doğasını göz önüne alırsak bu mesajın doğruluğu maalesef ortaya çıkıyor. Olaya sadece siyah-beyaz kavramı üzerinden yaklaşmamak gerekiyor. Her ülkenin her toplumun şu ya da bu nedenle dışladığı renkler vardır. Her insanın kendi ırkını sevmesi kadar doğal bir şey olamaz; ancak ırkçılık yapan ve kendini bu virüse kaptıran toplumlar er ya da geç bunun sonuçlarıyla yüzleşmeye mahkumdur. Bazı ülkeler bu yüzleşmeyi uzun zaman önce yaparak adalete, empatiye, karşı tarafı dışlamak yerine ortak paydalarda buluşmaya sığınmış ve olası zararlardan kendisini korumayı başarmış.
Maalesef bu yüzleşmeler bedel ödenmeden yapılamıyor. Bireyler kendi hatalarının bedeliyle nasıl kendileri yüzleşirse ve bunların sonuçlarına bireysel olarak katlanmak zorundaysa toplumsal yanlışların bedellerini de toplumlar çekerler. Bu her zaman böyle olmuştur.
Dizide görüldüğü üzere o yıllarda Amerika’da ırkçılık belası bireysel bir sorun değil; toplumsal bir realiteydi. Amerika Birleşik Devletleri’nin 16. başkanı Abraham Lincoln köleliği kaldırana kadar siyahi insanlar köle statüsündeydi. Ancak köleliğin kaldırılması öyle bir çırpıda gerçekleşmedi. ABD’de 1859 yılında Virjinya eyaletinde John Brown önderliğinde köleliğin kaldırılması için başlatılan mücadele 1861 ile 1865 yıllarını kapsayan kanlı bir iç savaşa dönüşmüş ve bu iç savaş sona erdikten sonra kölelik tüzel olarak kaldırılmıştı. İç savaşın ne kadar korkunç olduğunu söylemeye gerek yok sanıyorum. Bahsettiğim toplumsal bir bedel işte buydu.
Ancak aradan geçen yüzyıllar maalesef ırkçılığı tekrar hortlatmış gibi görünüyor. Dizi 1950’leri konu alıyor; ama günümüzde özellikle ABD’de yaşanan olaylar siyah beyaz çatışmasının hala devam ettiğini ve sona ermediğini gösteriyor. Kim bilir yakın gelecek belki de bu bağlamda çok daha büyük ve acılı olaylara gebedir.
Sonuç olarak Them dizisinin verdiği mesaj çok net ve az önce yazdığım gibi maalesef doğru…
5. Bölümden sonrasına bakamadim. Gece rüyama falan girer diye. Spoiler olacak ama Korkunç ötesi.