“Bir canavar olarak yaşamak mı yoksa iyi bir insan olarak ölmek mi?”
Dr. Shean, merdivenlerin üzerinde durmuş, kendisinden uzaklaşan Andrew’un ardından bakarken onun bu sözlerinin ne anlama geldiğini düşünüyordu. Sağ elindeki sigarasını bir kez daha dudaklarına yaklaştırdığı sırada zihni bir anda geçmişi kurcalamaya başladı. Dr. Cawley ve kendisi ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı.
Onunla beraber hastane yönetim heyetini bu devasa rol gösterisine ikna etmeleri hiç de kolay olmamıştı. Ancak bu gayretleri sonuçsuz kalmış ve Andrew’ın zihni tekrar başa sarmıştı. Yanılmışlardı; tedavi yöntemleri umdukları kadar etkili olamamıştı.
Chuck (Shean), üzgündü. Merdivenlerden aşağıya indi. Kendisinden iyice uzaklaşan Andrew’a son bir bakış attı; onun ardından. Sonra başını öne eğdi ve bahçede çalışan hastaların arasında yürümeye başladı. Çiçeklerin bakımıyla uğraşan, elleri zincirli hasta başını hafifçe çevirip kendisine baktı. Tabii Shean bunu fark etmedi. Bir taraftan yürüyor bir taraftan da Andrew’un sözlerini düşünüyordu. Neden böyle söylemişti? Sözlerine anlam veremiyordu.
“Bir canavar… İyi bir insan… ”
Bunları sessizce mırıldanırken Dr. Cawley’nin yanına kadar geldiğini bile fark etmedi. Dr. Cawley gözlerini Andrew’un gittiği yöne doğru dikmiş, hiç konuşmadan ayakta duruyordu. Aslında onun zihni de geçmişi kurcalıyordu. Tüm çabalarına rağmen yeni tedavi yöntemleri bir yenilgiye uğramıştı. Çabalarının sonuçsuz kalacağına hiç ihtimal vermiyordu; kendinden ve yöntemlerinden emindi; ancak her şey bitmişti işte. Ne uygulanacak yeni bir teknik ne atacak bir adım kalmıştı.
Dr. Cawley ağır ağır yürüyerek yanından geçmekte olan Shean’a eşlik etmeye başladı. İki idealist doktor yan yana yürüyordu. Sessizliği Dr. Cawley bozdu:
“Ben de senin kadar üzgünüm… Hem onun için hem de tedavi yöntemimiz onay alamayacağı için…” Dr. Shean, meslektaşına hak veriyordu; ancak takdir edilesi şu sözleri onun pes etmeyeceğini gösteriyordu: “Başarsızlık bizi yeni yöntemler denemekten alıkoymayacak.”
Bir süre sonra binanın içerisine girdiler. Alt katı gösteren demir ızgaraların üzerinden yürüdüler ve Dr. Cawle’nin ofisine geçtiler. Andrew, birkaç gün önce gemiden indikten sonra buraya gelmişti. Dr. Shean, koltuğa oturdu. Dr. Cawley, elinden pek düşürmediği purosundan bir tane daha yaktı. Karşısında sessizce oturan meslektaşına baktı. “Nerede yanlış yaptık?” diye sordu. Ancak Dr. Shean onu duymamıştı. Aklının başka bir yerde olduğu anlaşılıyordu. Birkaç saniye sonra sessizliğini bozdu ama sözleri Dr. Cawley’nin sorusuna cevap olmaktan çok uzaktı.
“Aklıma takılan bir şey var.” dedi.
Dr. Cawley kısık bir sesle bunun ne olduğunu sordu. Dr. Shean “Madem zihni tekrar başa sardı; neden ona Teddy diye seslendiğimde bana dönüp bakmadı?” diye sordu.
“Nasıl yani?” diye sordu Dr. Cawley. Dr. Shean konuşmaya devam etti: “Az önce… Merdivenlerde… Ona seslendim; ama dönüp bakmadı bile… Sanki…”
Dr. Cawley’nin az önceki kısık sesi sorgulayıcı bir tona dönüşmüştü. “Sanki ne?” diye sordu. Gözlerini Dr. Shean’a dikmişti; onun ne söyleyeceğini merak ediyordu.
Dr. Shean “Bilemiyorum… Sanki istediğini almış gibiydi ve benimle bir işi kalmamıştı… Ama bundan daha tuhaf bir durum var.”
Dr. Cawley pür dikkat olmuştu. “Anlat hadi… Bundan daha tuhaf da ne demek?”
Dr. Shean devam etti: “Andrew bana bir canavar olarak yaşamak mı yoksa iyi bir insan olarak ölmek mi, diye sordu. Bu sözlerine bir anlam…”
Dr. Shean sözlerini yarıda kesmek zorunda kaldı; çünkü Dr. Cawley “Olamaz!” diye bağırdıktan sonra elini telefona atmıştı.
Zindan Adası devamının tamamını 25. Kare Youtube kanalından seyredebilirsiniz.