Pan’ın Labirenti (El laberinto del fauno – Pan’s Labyrinth) 1930’larda gerçekleşen İspanya iç savaşından sonrasını 1940’lı yılları konu alıyor. Savaşın acımasızlığını, insan denilen yaratığın hangi çukurlara düşebileceğini ve diğer tarafta da bu vahşilikte sıkışmış masum ve temiz çocuksu dünyayı konu alıyor.
Yazıya bir itirafla başlayayım. Ben bu filmi izlemekte çok geç kaldım. Filmi geç seyretmeme neden olan şey kendi ön yargılarımdı. Bu ön yargıların oluşmasına filmin afişi neden oldu diyebilirim. Afişi gördüğümde onun bir çocuk filmi olduğunu düşünmüştüm. Fragmanı seyrettiğimde de filmin karanlık ve sıkıcı bir atmosferde geçen bir yapım olduğunu hayal etmiştim. Ama hem fragmanlar hem de afişler yanıltıcı olabiliyormuş.
Kendime ve meraklısına notlar
Pan’ın Labirenti bir çocuk filmi değil.
Pan’ın labirenti karanlık sıkıcı atmosferlerde geçen sıkıcı bir film hiç değil.
Orijinal Adı: El laberinto del fauno
Yönetmen: Guillermo del Toro
Yapım Yılı ve Yeri: 2006, Meksika-İspanya
Türkiye Gösterim Tarihi: 06 Nisan 2007
IMDB Puanı: 8,2
Oyuncular: Ivana Baquero, Ariadna Gil, Sergi López, Maribel Verdú, Doug Jones
Süre: 01 saat 58 dakika

Filmin Konusu
Az önce de belirttiğim gibi film İspanya iç savaşından sonraki yılları anlatıyor. İsyan bastırılmıştır; ama ormanlarda, dağlarda yaşayan bazı silahlı gruplar faşist olarak niteledikleri rejimle savaşmaya devam etmektedir. Film işte bu çetelerle mücadele için kurulmuş bir karakolda ya da merkezde geçiyor. Savaş olanca acımasızlığıyla sürüyor. Yüzbaşının üvey kızı büyüklerin bu kanlı ve karanlık dünyasından kaçmak için hayallerine sığınıyor.
Yazının bundan sonrası spoiler içeriyor.
Herkes Bir Sığınak Arar Kendine
Ofelia’nın annesi ölmeden hemen önce yine bir anne şefkatiyle çocuğuna en büyük dersi veriyor. “Yakında hayatın peri masallarındaki gibi olmadığını anlayacaksın.” Filmi özetleyen bundan daha güzel bir cümle olamaz bence.
Ofelia, savaşın ve vahşetin hüküm sürdüğü dünyanın farkında değil, diyemeyiz. Ancak o aynen filmde görülen direnişçiler gibi belki onlardan daha fazla bir direniş sergiliyor.
Onun direnişi çevresini saran ve hayallerini yıkan gerçeklere karşı. Çevresinde öyle iğrenç bir dünya var ki bu dünyada en acımasız işkenceler uygulanıyor ve göz kırmadan en masum insanlar vahşice öldürülüyor. İnsanlık maskesini çoktan çıkarmış bu mahluklar bir taraftan eşlerini herkesin içinde rezil ederken tenine dokunan insan elinden rahatsız olmaktalar…
Bu kadar rezil bir dünyada doğmak gibi bir talihsizlik içindedir Ofelia… Yaşını da düşünürsek savaşsız bir dünyayı görmediğini söyleyebiliriz. Büyümek istemez bu masum yavrucak. Üvey babası denen mahluk onu gördüğünde kızına bir güler yüzü bile çok görüyor. Bu yaratık, yeni doğacak çocuğuna temiz bir İspanya bırakmak istediğini söylüyor ve bu geleceği kanla sulamaktan zevk alıyor adeta.

İşte bu masum ve minik kız çevresini saran bu korkunç kan, vahşet ve ölüm deryalarından hayallerine sığınarak nefes alıyor.
Ofelia, çevresinde yaşananların ne anlama geldiğini algılayabilecek olgunlukta. Ancak o dünyadan kaçmak istiyor; büyümek istemiyor. Kitaplarda yakaladığı o masum ve temiz hikayelerden uyanmak istemiyor. Onun çevresinde duyduklarının ne anlama geldiği anladığını şu sahnede görüyoruz. Yüzbaşı doktora “Eğer tercih yapman gerekirse önce bebeği kurtar.” diyor. Ofelia, bunun ne anlama geldiğini anlayabiliyor. Ancak yalnız kaldığı anda annesinin karnındaki kardeşiyle yaşlı gözlerle konuşmaya başlıyor. Onun yaşlı gözleri ve manalı sözleri yüzbaşının sözlerinin ne anlama geldiğini anladığını gösteriyor.
Ofelia’nın Hayallerinden Çıktığımız Anlar
Yönetmen yaklaşık iki saat boyunca bizi bu masum kızın hayal dünyasından çıkarmıyor. Bir taraftan olanca iğrençliği barındıran mahlukların dünyasını bize sunuyor ama diğer taraftan hayali dünyayı bize hep Ofelia’nın gördüğü gibi aktarıyor. Şairin dediği gibi; oluklar çift; birisinden nur akar diğerinden kir. Biz her iki dünyayı da seyrediyoruz filmin sonlarına kadar.
Yönetmen son ana kadar ne bizim ne de Ofelia’nın hayal dünyasını yıkmıyor. Acaba diyoruz acaba gerçek mi bu gördükleri? Yoksa bu karanlık ve zift dolu dünyadan bir geçiş mi var masallar diyarına? Bu düşüncemizi destekleyen görüntüler bulunuyor filmde. Masal dünyasından havalanan ve sonrasında Ofelia’nın yanına gelen bu peri gibi… Acaba gerçek olabilir miydi tüm bunlar?

Yönetmen direnebildiği kadar direniyor bu masumiyeti yıkmamak için. Ancak gerçekleri önce bize gösteriyor yönetmen. Burada duvara çizilen hayali kapının hiç açılmadığını görüyoruz önce. Bunu gördüğümüz an içimizde bir şeyler yıkılıyor. Ancak çevremizi saran pislikler o kadar yoğunlaşıyor ki artık hayal dünyasında yaşamamıza izin vermiyor yönetmen. Evet, olmayan bu kapı gözlerimizi bu iğrenç dünyaya açmaya zorluyor bizi.
Ancak yönetmen Ofelia’dan önce bize ikinci şokunu yaşatıyor. Bunun etkisi diğerinden de büyük. Filmin en iğrenç yaratığı üvey kızının yaptığı hayali konuşmaya şahit oluyor. Film bize bu konuşmayı her iki taraftan da veriyor ki aklımızda hiçbir soru işareti kalmasın. Ne kadar acımasızsın diyorum burada yönetmene… Keşke bizi ve Ofelia’yı kendi dünyamızda hayallerimizle baş başa bıraksaydın.
Pan’ın Labirenti film incelemesinin tamamını 25. Kare Youtube kanalından seyredebilirsiniz.