In The Shadow of The Moon – Ayın Gölgesinde, Amerika ve Kanada ortak yapımı bir suç, gizem ve bilim-kurgu filmi. Zaman zaman sıkıcı denebilecek yavaş bir temposu bulunuyor ancak özellikle filmin başlarına biraz sabredebilirseniz yapım sonradan biraz daha akıcı bir formata kavuşuyor. Filmin senaryo bağlamında bazı sorunlar taşıdığını düşünüyorum. Bunlardan yazı içerisinde bahsedeceğim. Bu arada filmde efsane dizi Dexter’daki Dexter Morgan’ı seyretmek de ayrı bir güzellikti. Tabi ki buradaki rolünün Dexter dizisindekiyle ilgisi bile yoktu ama yine de Michael C. Hall’ı seyretmek güzeldi.
Filmin Konusu
Yapım 1988 yılında Philadelphia’da görev yapan bir polis memurunun sıra dışı ölümlere şahit olmasıyla başlıyor. Bir otobüs şoförü, bir piyanist ve bir fast foot şefi bir anda kimsenin çözemediği bir yolla ölüyorlar. Hepsinin ağzından, gözlerinden kanlar geliyor ve beyinleri parçalanıyor. Polis memuru bu olayı çözmeyi takıntı haline getiriyor.
Spoiler vermeden konusundan bu kadar bahsedebilirim. Şimdi filmin çözümünü ve finalde neler yaşandığını konuşabiliriz.
Yazının bundan sonrası tamamen spoiler içeriyor.
Zaman Yolculuğu Tek Yönlüdür
Locke’ın kızı Tabitha sahildeki konuşmada zaman yolculuğunun tek yönlü olduğunu söylemişti. Yani Locke, 2006’da Holt’a söylediklerinde haklıydı. O an için adını bile bilmediği mavi kapüşonlu kız gelecekten geçmişe doğru ilerliyordu. Onun zaman çizgisi normal zaman akışının tam tersiydi. 2042’de icat edilen zaman makinesi sayesinde ay gerekli şartları oluşturduğunda 9’ar yıl geri gidiyor ve gelecekteki iç savaşı başlatacak kişilere tek tek ilaç enjekte ediyordu. O ilacı enjekte ettiği anda da gelecekte (2042 yılında) kontrol panelinin başında bulunan yaşlı Naveen Rao ilacı aktif hale getiriyordu. Böylece milyonlarca insanın öleceği iç savaşı tetikleyen fikir babaları tek tek ortadan kaldırılıyordu. Olayların başlangıcını 2042 olarak belirtme nedenim filmin sonlarında görülen ve ilacı aktif hale getiren yaşlı adamın önündeki ekranda 2042 yazması. Zamanı geriye doğru alıyor ve ekranda en sonra 1988 kalıyor. Yani ilk ölümlerin yaşandığı zaman.
Tabitha 1988’de Öldü mü?
Evet, filmin başında gördüğümüz sahnede ona metro çarptığında o gerçekten ölmüştü. Artık onun için geriye dönüş yoktu. Diğer kaybolmalarında o her seferinde adadaki zaman makinesini kullanarak geçmişe gidiyordu. Bu kez bunu yapamadı ve öldü. Sahilde 2015 yılında gerçekleşen konuşmada Locke ona “Seni 17 yıl önce öldürdüm.” demişti. “17 yıl önce” Tabitha’nın geleceği; Locke’nin geçmişiydi. İşte bu nedenle Tabitha metroda “Burada mı olacaktı?” demişti. Orada öleceğini anlamıştı.
Gelecek Değişti mi?
Evet, Tabitha görevini başardı ve milyonlarca insanın öldüğü gelecekteki iç savaş engellendi. Filmin hemen başlarında açılışta gördüğümüz ve her yerin yanıp yıkıldığı, savaşın olduğu 2024 Philadelphia kenti, filmin sonlarında normale döndü. Bizim filmin başında seyrettiğimiz 2024 sahnesi geçmiş değişmeden önceki durumdu. Savaş her yerdeydi. Dikkat ederseniz Harold Nowak daktilonun başındayken yazısını tamamlayamadan ölüyor. Locke’ın gelecekte okuduğu ve daha öncesinden ülkenin dört bir tarafına gönderilen o yazı tamamlanmamış oldu. Böylece savaşın fikir babalarından birisi etkisiz hale getirildi.
Bu durumda Gelecekteki Savaş Hiç Olmayacak mı?
Hayır, olmayacak. Geçmiş değiştiği anda artık yeni bir gelecek yazılmış oldu. Tabitha’nın sesi filmin sonunda gelecekteki savaşı kastederek onun silineceğini ve sadece olabileceklerin bir yankısı olacağını söylüyor. Zaten az önce belirttiğim gibi 2024’teki patlamalar, yangınlar vs. tek tek görüntülerden siliniyordu.
Locke Geçmişte Yaşananları Hatırlayacak Mı?
Locke’ın geçmişte yaşadıklarını ne kadar ve oranda hatırlayacağını bilmiyoruz. Filmde bunu gösteren herhangi bir ipucu bulunmuyor. Bunun yorumu tamamen bize bırakılmış ki bence bu böyle bırakılmamalıydı. Senaryo birkaç cümle ile de olsa buna değinmeliydi. Ancak sonuç olarak onun yaşadığı geçmiş artık yaşanmamış oldu. Belki de kimsenin fark edemeyeceği kadar kısa bir anda örneğin salisenin 1000’de 1’i gibi bir zamanda bir resetlenme yaşandı ve geçmiş tamamen silindi. Böylece yeni bir geçmiş ve ona bağlı yeni bir gelecek oluştu.
Senaryonun Zayıf Noktası
Sahildeki konuşmada ve filmin sonunda zaman geri alınırken Tabitha’nın sesinden anladığımız şu: Locke torununu adım adım bir savaşçı gibi yetiştirecek ve onun geçmişe gitmesini bizzat kendisi isteyecek. Buraya kadar bir sorun yok. Ancak Tabitha geçmişi değiştirdiği anda yani görevi başardığı anda artık değişen geçmişe bağlı gelecek de yeniden yazılmış oldu. Bu nedenle yeni oluşan gelecekte savaş olmayacağı için Locke’nin kızını eğitmesi, onu geçmişe göndermesi söz konusu olmayacak. Tabitha’nın sahilde anlattıkları henüz zaman değişmeden, savaşın yaşandığı bir geleceğe başlı gelişen olaylar. Locke’un torunu büyüdüğünde artık savaş olmayacak. Bu nedenle onun geçmişe gitmesine gerek kalmayacak.
Bu durum bence senaryonun en zayıf noktası. Bu teori Tabitha’nın dedesi Locke’a sahilde söylediklerinin tamamını geçersiz kılıyor. Onu eğitmesine, geçmişe göndermesine gerek kalmayacak artık yeni oluşan gelecekte…
Ben bu durumun açık ve net bir senaryo sorunu olduğunu düşünüyorum. Tabitha ve Locke arasında geçen konuşmadaki replikler farklı yazılsaydı bu çelişkiye düşülmezdi.
Sonuç
In the Shadow of the Moon (2019) – Ayın Gölgesinde, aslında ele aldığı konu bağlamında kötü bir senaryoya sahip değil. Bu senaryodan çok daha sağlam bir film çıkabilirdi. Ancak film kurgusal olarak çok zayıf kalmış. Akıcılık son derece düşük. Filmin çoğu yerinde sıkılmamak içten bile değildi. Locke ve kızı arasındaki duygusallık çok zayıf kalmış. Bir araba konuşmasında bu ikili arasında kopmak üzere olan bağlar ne kadar anlatılabilirdi? Diğer taraftan uçakta 1997’de gerçekleşen konuşmada Tabitha’nın 2015 sahil konuşmasını çoktan yaşadığını düşünürsek onun dedesine “Eve git, her şeyin peşini bırak… Araştırma bunları…” demesi o kadar mantıksız ki… Çünkü o 1988’de öleceğini bile öğrenmişti o konuşmada. Zaten kendisi bizzat “Yaşanan yaşandı… Bunlar değişmez…” dememiş miydi? O zaman bu çabasının işe yaramayacağını da bilmeliydi.
Film teori bağlamında sağlam bir senaryoya sahip ama ne yazık ki hem kurgusal zayıflığı, hem akıcılıktan çok uzak anlatım dili ve kendi bünyesinde taşıdığı çelişkiler nedeniyle bence akıllarda yer edemeyecek kadar sıradan bir zaman yolculuğu filmi…