Trendeki Kız-The Girl on the Train (2016)

The Girl On The Train- Trendeki Kız; Paula Havkins’ın aynı adı taşıyan romanından sinemaya aktarılan bir psikolojik gerilim filmi. Senaryosu romanlardan kurgulanarak sinemaya aktarılan filmlerin ya da dizilerin çok sağlam yapımlara dönüştüğüne defalarca şahit olduk. Dünyanın en çok izlenen dizisi olan Game of Thrones, Hannibal serileri, Yüzüklerin Efendisi ya da Kayıp Kız yapımları bunlardan sadece birkaç tanesi. Trendeki Kız bence bu zincire bir halka daha ekledi. 

Trendeki Kız, insan psikolojisini derinlemesine aktarmaya çalışan bir yapım. Karakterler belki doğal olarak romandaki kadar detaylı aktarılamıyor ama filmin hemen her dakikasında yoğun psikolojik göndermeler bulunduğuna şahit oluyoruz. Özellikle filmin başlarında üç farklı kadının psikolojisi kendi anlatımlarıyla aktarılıyor. Filmi seyrettikten sonra keşke dediğim noktalardan birisi bu. Keşke filmin sonuna kadar üç anlatıcıyla gidilseydi. Film belli bir yerden sonra tamamen Rachel’in anlatıma dönüyor. Eğer olaylar aynen filmin başında gördüğümüz gibi farklı anlatıcılarla devam etseydi bence film çok daha başarılı olurdu. Bu arada trendeki kızı canlandıran Emily Blunt’ın oyunculuğu filmi tek başına taşıyıp götürebilecek kadar muhteşem.

Trendeki Kız, bir macera filmi değil. Film boyunca çok yoğun diyaloglar ve psikolojik anlatımlar var. Bu sözlerimden filmin sürükleyici olmadığı anlamı çıkmamalı. Film kendi kurgusal mantığın içerisinde sürükleyici bir yapım. 

Trendeki Kız Filminin konusu

Peki bu film ne anlatıyor? Eğer tek cümleyle özetlemek gerekirse; Trendeki Kız, hemen herkesin birbirini tanıdığı küçük bir kasaba ya da bölgede kaybolan bir kadının bulunma hikayesi. Film temelde üç farklı kadının hikayesini anlatıyor. Birisi birdenbire ortadan kaybolan Magen; diğeri trende yolculuk yapan Rachel ve Rechel’ın eski kocasının şu an evli olduğu kadın Anna. Bu üç kadının hayatı hiç beklenmedik bir şekilde kesişiyor. Filmdeki olaylar ağır psikolojik göndermelerle işleniyor. Filmde düz ilerleyen bir zaman yok. Zaman konu bütünlüğü sağlamak amacıyla bazen aylar öncesine bazen bir hafta öncesine gidebiliyor.   

Karakterlerin yaşadığı psikolojik durumlar eminim ki romanda daha detaylı ele alınmıştır. İki saate yakın süren bu filmde yönetmen daha çok trendeki kızın psikolojisine yoğunlaşmış. Halbuki diğer kadınların yaşadığı durumlar da derinlemesine analiz edilebilecek kadar önemli.  

Film karmaşık bir kurguya sahip. Bu tarz filmleri sevmeyen seyirciler kısa sürede filmden kopabilirler. Kısa diyaloglarla geçiştirilen bazı sahnelerde önemli göndermeler yer alıyor. 

Detaylara geçmeden önce son olarak şunu ifade edeyim. Bu filmi finalde ne olacak mantığı ile seyretmenizi tavsiye etmem. Filmin tadı içerisinde gizli finalinde değil. Koltuğunuza yaslanın ve trendeki kızın bu yolculuğunda ona eşlik etmenin keyfini çıkarın. 

Bu uzun girişten sonra detayları konuşmaya başlayalım. Yazının bundan sonrası spoiler içeriyor.

Tren Neyi Temsil Ediyor? 

Trenler zihnimizde en başta yolculuk çağrışımı yaparlar. Yolculuk bir yönden ayrılık bir yönden de kavuşma anlamlarını barındırır. Ancak bu filmde bence trene farklı bir anlam yüklenmiş. Tren bu yapımda hayatın kendisini temsil ediyor. Rachel’ın yaşamı hiç ilerlemiyor sanki evli kaldığı yıllarda takılı kalmış ve ileriye doğru akmıyor. İşte bu yüzden tren onu hep aynı yere getiriyor. Rachel eski hayatını geride bırakamıyor; yeni bir hayat kuramıyor. Bunun nedeni onun içindeki hesaplaşmayı sona erdirememiş olması ama bundan daha sonra bahsetmek istiyorum. O önceden yaşadığı eve bakmak istemediğini söylüyor. Ama bunda samimi değil. Çünkü o üzerinden iki yıl geçmesine rağmen boşandığını kabul edebilmiş birisi değil. İşte bu nedenle onun evi görmek istemediği kocaman bir yalan. 

Tren yolculuğu onun geçmişinde yer alan belli bir zaman dilimine sıkışmış hayatı. Sanki kendini tekrar eden bir plak gibi. İşte onun trenden inmesi bu yüzden çok önemli. Belki 1 yıldır ya da 2 yıldır ilk kez hayatına bir müdahalede bulunuyor. Hayatının akışını değiştiriyor; o aslında trenden inmiyor; hayatının sıkışıp kaldığı zaman çemberini parçalıyor ve ona müdahale ediyor. Uzun zamandan beri bir rüzgarın önünde hedefsizce savrulan bir yaprağa benzeyen hayatına ilk kez bir amaç veriyor. Ortadan kaybolan kadını araştırmak onun yeni takıntısı haline geliyor. 

Trenin barındırdığı başka anlamlar da var ama bunlardan daha sonra bahsetmeyi planlıyorum. 

Rachel’ın yalnızlığı

Rachel’i anlayabilmek için onun yalnızlığını iyi kavramak gerekiyor. O, yalnızlığı dibine kadar yaşayan birisi. Onu fiziksel olarak başkalarının arasında görsek de o zihinsel olarak hiçbir zaman içerisinde bulunduğu mekanda değil. Kendisi en son kimin anlamlı bir iletişim kurduğunu bile hatırlamıyor. Tam iki yıldır aynı ortamı paylaştığı ev arkadaşı bile onun alkol yüzünden işini kaybettiğini bilmiyor. Rachel tam 1 yıl önce alkol sorunu yüzünden işinden kovulmasına rağmen bunu ev arkadaşıyla paylaşmamış. Ev arkadaşı evden ayrılmasını istediğinde onu dinlemiyor bile. Bu durum bize onun yaşadığı yalnızlığın korkunç bir boyutta olduğunu gösteriyor. 

Rachel’ın Takıntılı mı Hayalperest mi?

Bence Rachel için her iki tanımlama aynı derecede kullanılabilir. Takıntılı çünkü adını bile bilmediği bir kişinin uyurken kocasına ne söylediğini merak etmesi başka bir tanımla ile anlatılamaz. Hayalperest çünkü hiç olmamış olayları olmuş gibi düşünüp gerçekliği karıştırabiliyor. Yani o hem çok takıntılı hem de ileri derecede hayalperest birisi. Onun bu iki özelliğine bir de yaşadığı geçici hafıza kaybını eklediğimizde onun içinde bulunduğu psikolojik durum daha iyi anlaşılabilir. Rachel’ın geçici hafıza sorunu muhtemelen boşandıktan sonra başladı. Geçici deme nedenim geç de olsa olayları hatırlamayı başarıyor olması. 

Hiçbir Şey Görüldüğü Gibi Değil

Rachel trenin içerisinden yaptığı gözlemlerle hiç tanımadığı birisinin hayatının nasıl olduğunu hayal ediyor. Gözlemlediği kişi Megan. Rachel onun adını bile bilmiyor. Onu o an yaşadığı psikolojik duruma göre farklı isimlerle adlandırıyor. Ancak hem onun hem de kocasının nasıl birisi olduğunu en ince ayrıntısına kadar anlamak istiyor. Peki neden? Onun bu takıntısının nedeni ne? Megan; Rachel’ın olmak istediği kişi. Onun yakalayamadığı mutluluğu yaşayan, harika bir kocaya ve hayata sahip birisi. Megan ve kocası, Rachel için mükemmel yani kusursuz bir çift. Onlar gerçek aşkın şekil bulmuş hali. Megan onları bir yönden kutsallaştırıyor. İşte bu nedenle Megan onun hayatını araştırmayı bir takıntı haline getiriyor. Onu anlamaya çözmeye çalışıyor. 

Onun Megan’ın gittiği psikoloğa giderek onun oturduğu koltuktan dışarıya baktığını bile görüyoruz.

Ancak hiçbir şey görüldüğü gibi değil. Rachel yanılıyor hem de çok fena. Trenden yani kendi yaşam penceresinden başkalarının hayatına baktığında her şeyin sadece görünen yüzünü algılıyor. Ancak Rachel henüz bunun farkında değil. 

Film Rachel’ı trenin içerisinde bırakıyor ve bize Megan’ın hayatını anlatmaya başlıyor. Bu kez treni dışarıdan seyreden kişi Megan. İşte o an hiçbir şeyin Rachel’ın gördüğü gibi olmadığını anlamaya başlıyoruz. 

Trendeki Kız film incelemesinin tamamını 25. Kare Youtube kanalından seyredebilirsiniz.